Bazı kitaplar vardır, okuduğunuzda çok seversiniz, ama okuduktan sonra belli bir zaman geçti miydi, o kitaptan hiçbir şey hatırlamazsınız. Belki bir bölüm, belki tek bir yazı ya da tek bir cümle kalır aklınızda. Elinize alıp tekrar okuduğunuzda “Aa evet, şimdi hatırladım,” dersiniz. Gerçekten bir kitabı tek bir kez okumanın hiçbir manası yok. Olsa olsa okunacak bir sürü kitap olduğu için, zamansızlıktan, sadece bir kez okumaya vakit var diyerek bir kaçış bulabiliriz. Sanki zamanımızı çok verimli kullanıyoruz da! Instagrama girip parmağınızı ekranda aşağıya doğru bir kez kaydırmaya görün, en az bir saatiniz çöpe gitti. Hal böyle iken en azından bazı kitapları tekrar tekrar okumak, insana zaman kaybettirmez. Hatırlıyorum da okul yıllarında ders kitaplarını bir yıl boyunca tekrar tekrar okur, her sınav geldiğinde yeniden kapağını açardık. Okuma kitaplarına da bu gözle bakıp birden fazla okuma şansı vermeliyiz onlara da.
Yukarıda bahsi geçen kitaplardan biri var elimde. Nazım Hikmet’in İt Ürür Kervan Yürür adlı kitabı. Şimdi hayatta mı bilmem; ama Özgün Yayınları’ndan çıkmış kitap. Eminim başka adlarla da çıkmıştır bu kitap. Nazım Hikmet’in kıymetli yazılarından oluşan 206 sayfalık bir eser. İçinden sadece “Ben Tekiri Severim” adlı yazısı çok ilgimi çekmişti. Hiç de unutmuyorum bu yazıyı. Dergimizin bu sayısında bu yazıyı ele almadan edemedim.
Bazen insanlara kızıp onları yermek için, yaptıkları şeyleri, hayvanların tutum ve davranışları üzerinden anlatmaya çalışırız; ama benzetme yaparken de insanlardan çok, hayvanlara yapılan kötü betimlemeler üzer beni.
Nazım Hikmet bu yazısına, bir kedisinin olduğundan ve onun özelliklerinden bahsederek başlar. Kişilik sahibi insanlara benzetir kedisini. Başkaları, kedilerin yaptıklarını nankörlükle anlamlandıra dursunlar Nazım Hikmet, hoşlanır kedisinin bu halinden. Sanki daha solcu gelir kedi Nazım Hikmet için. Hatta kedisinin yaptıklarını onun ağzından aktarır okuyucuya:
“Yaptıklarımı kötü buluyorsan, niçin beni kapı dışarı etmezsin? Çünkü tavan arasında fareler var. Geceleri seni uyutmuyorlar. Onları tutayım diye besliyorsun beni. Sonra karşında mırıl mırıl dolaşmam hoşuna gidiyor… Gözünü eğlendirmem için bana ciğer verdiğini bilmiyor muyum sanki? Hem tavan arasındaki fareleri tutayım hem gözünün eğlencesi olayım, sonra da bana ciğer alıyorsun diye bir de yaltaklanayım mı?
Tekir’ini konuşturduktan sonra da şöyle der Nazım Hikmet:
“Tekirim ne vakit bana böyle karşılık verse, ben ona diyecek söz bulamam. Anlarım ki, belki de böyle düşündüğü için onu seviyorum.”
Yazının sonunda, bana göre hiç suçu olmayan “Karabaş”a laf edilir. Anlarsınız ki, kediler üzerinden kişilik sahibi insanları övmeye çalışırken, köpekler üzerinden de karaktersiz insanları diline dolar.
Nazım Hikmet köpekler için de şöyle söyler:
Siz isterseniz, gün ağarıncaya dek karda, yağmurda kapınızı bekleyen; dövseniz de sövseniz de yaltaklanmaktan vazgeçmeyen Karabaş’ı seviniz, ben Tekir’i severim.
Nazım Hikmet’i, çok iyi anlamakla birlikte, çocukken karşılıksız sevgisini gördüğüm köpek dostlarımıza yapılan bu muamelenin biraz ağır olduğunu düşünmeden edemiyorum. Ben hem Tekir’i hem de Karabaş’ı severim.