Bilge Karasu’nun Ne Kedisiz Ne Kitapsız adlı incelemeler bütünü, onun edebiyatından süzülüp gelen bütünsel yaşam deneyimini yansıtmakla kalmıyor, dünden bugüne Türkiye’deki yaşamın kilit noktalarına da ışık tutuyor.
Kitap, Bilge Karasu’nun ‘Ne Kitaplı Ne Kitapsız’, ‘İmge Üretiminde Roman Hâlâ İlk Sırada’, ‘İletişimin Güçlükleri Üzerine Yerli Yersiz Sözler’, ‘Yeni Dediğimiz Üzerine’, ‘Cinayetin Azı Çoğu’, ‘Bir Hayvanla Yaşamak’ ve ‘Dostlarım Üzerine’ adlı tam sekiz adet denemesinden oluşuyor. Her bir denemede Bilge Karasu’nun biricik dünyasına adım atarken günümüz üzerine de derin düşüncelere dalıyorsunuz.
Yazın yaşamımız ne halde, hayvanlarla aramız nasıl, iletişim kurma konusunda ne kadar yol aldık? Hayatı anlamlı kılan ne? Aile, dostluk ve toplum kavramları içinde ilişkilerimiz ne halde?
Ne Kitapsız Ne Kedisiz, Bilge Karasu’nun denemelerinden oluşan ve ilk basımı 1994 yılında yapılmış olan kitabı. Eser, Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş ve günümüzde de halen büyük ilgi görüyor. Sebebi kitabın güncel kavramlar üzerinden ilerlemesinden ve Karasu’nun ismi gibi bilge bir yazar oluşundan kaynaklanıyor elbette.
Öte yandan düşünüyorum, biz ‘44 yılından bu yana Bilge Karasu evrenine yaklaşmayı bırakın, ilerleyen zaman içinde adım adım gerileyerek kitapla tersten kesişmenin yolunu bulmuş gibiyiz.
Günümüzde okur olmak, yazar olmak, kitaplarla ve kedilerle kurulan ilişkiler Instagram görsellerinin gücüyle eşdeğer tutuluyor.
Günümüzde okur olmak, yazar olmak, kitaplarla ve kedilerle kurulan ilişkiler Instagram görsellerinin gücüyle eşdeğer tutuluyor. Kitaplıklar sıra sıra diziliyor, içerik üreticileri okur ve yazar adı altında kitapları sıra sıra dizip tanıtıyor. Ne okuyacağını bilmenin bir kültür olduğundan habersiz olanlar bu içeriklerden kendilerine kitap seçmek şöyle dursun, tırnak içinde ünlü kişilerin “alın” dediği kitapları alıp hiç eskimemiş kitaplıklarına ve hiç eskimemiş kitaplarının yanına ekliyorlar. Yayıncılar değerli olanın bu içeriğe hizmet eden kitaplar olmasını bazen mecburen bazen de düşünmeden kabul etmek zorunda kalıyor.
Kedilerimizle çektirdiğimiz fotoğraflar, sadece hayvanseverlik sathında muhalif olabildiğimiz için gösterdiğimiz yapay duyarlıklar, ilişkilerimizde gösterdiğimiz iki yüzlü tutumun aksine her yanda ortaya salıverdiğimiz nutuklar içinde sahici kalabilen tek şey, Bilge Karasu’nun tüm edebiyat mücadelesinin ortasında inşa ettiği kendine has sahici duruşu olabilir mi? Ve böyle suni bir okurluk gündemi sürüp giderken Instagram’da en çok ilgi gören kitaplardan birinin de Ne Kedisiz Ne Kitapsız olması oldukça ironik değil mi?
Oysa ne diyor Bilge Karasu bu kült kitabında:
“Okumak istediğim için aldığım, yani bugün dolabımı dolduran kitapların çoğu bana ilk on-on iki yıl içinde çok şey öğretti: Okun/a/mayan kitap ölü bir nesnedir, bir yüktür. Ne yazık ki okunmuş kitapların da birçoğu zamanla yük olmaya adaydır. İster tozdan ister güneşten kimi zaman da bir kedinin aşırı ilgisinden korumak için pek çoğunu kapalı kapılı dolaplara doldurduğuma göre malımı sergilemek gibi bir niyetim de yok. Okuduğumla kendi imgem arasında görünür bir bağ kurmak derdim değil. (…) Uzun süre içinde iyi okumayla edinilmiş kitap sayısı birbirine denk değil. (…) Hiçbir kitap her güçlüğü çözmeyecektir.
Hem edimlerimiz geriliyor hem de dil yeterince iyi kullanılmıyor.
Özellikle bu son cümle, beş kelimeyle tüm varoluş mücadelemizi özetler gibi. Kitapta dil ve iletişim üzerine de oldukça düşünmüştür Karasu. Bu denemeleri okuduğunuzda artık giriştiğiniz diyaloglarda yöntem değiştirmenize yardımcı olacak yeni bakış açıları sunarak. Oysa bugünlerde, dil anlatmaya ve anlaşılmaya yetmiyor. Çünkü hem edimlerimiz geriliyor hem de dil yeterince iyi kullanılmıyor. İkisi bir araya geldiğinde kültür yavaş yavaş darbe alıyor -ki kültürel yozlaşmanın dilde başladığını söyleyen bir şeyler okuduğumu hatırlıyorum. Bunun yanında anlaşılmadığımızı, anlatamadığımızı, bu şekilde daha gergin ve düz insanlar olmaya başladığımızı fark ediyor olabiliriz. Bu büyük yoksunluğa karşı Karasu bakın bizi nasıl da yıllar öncesinden uyarmış:
“Dili durmadan kurmak zorundayız. Yaşamla, düşünceyle sürekli etkileşimde olan, var ettiğimiz, bizi var eden bu aracı dur durak bilmeden kurmak zorundayız. Bilmek ile yetinemememiz de bundan.”
Bilge Karasu’nun dümen suyunda izlediğimiz okur-yazarlık hayatı nasıl başladı diye düşünüyorum bazen. Yazmak derin bir tutku muydu? Soylu bir uğraş mıydı? Bizi tüm sıkıntılarımızdan azade kılan bir kaçış yolu muydu? Hayır. Keşke öyle olsaydı, ama yazmak damarlarımıza zerk edilmiş lanet gibiydi. Başka türlüsünü bilmediğimiz için bu işe girmiş ve hayatın diğer alanlarında varlık göstermeyi hiç önemsememiş hakiki bir okur-yazar kitlesi bugün de dün olduğu gibi Bilge Karasu’yu anlıyor ve biliyor: Ne kitapla oluyor ne kitapsız… Kedilerin ise bizim onları egomuzu güçlendirdiğimiz bir imge eşlikçisine dönüştürdüğümüzden haberleri yok.