“Bütün hikâye aldanış
üstüne kurulmuştu
zaten.”
(Aral, Sadakat: 240)
İnci Aral, Sadakat(*) isimli romanında, ismiyle uyumlu bir biçimde “sadakat” kavramını, farklı karakterler ve ilişkiler bağlamında işler. Sadakat, kadınlarla erkeklerin birbirine bağlanmasını, evlilik ya da partnerlik ilişkisini sağlıklı bir şekilde sürdürmesini sağlayan temel kavramlardan biridir. Yazar bu kavramı, kadın bedeni üzerinden feminist ya da toplumsal cinsiyetçi bir bakış açısıyla değil, erkek-kadın ilişkisi bağlamında ele alarak sadakatin her iki cinse de bakan yönünü tartışır. Bu anlamda, romanın söz konusu sorunu ya da kavramı ele alış biçimi daha kuşatıcıdır. Ancak romanda dikkati çeken bir nokta vardır ki, o da sadakatin, sadece bir erkeğin ya da kadının partnerini aldatması, başka bir kadınla ya da erkekle birlikte olması şeklinde ele alınmaması, aynı zamanda kadın karakter Azra merkezinde, temellük yani sahiplenme olarak da işlenmesidir. Bu yazıda, romana bağlı kalmak koşuluyla, sadakat kavramının temellükle ilişkisi üzerinde durulacak, özellikle Azra merkezinde bir erkeğin nasıl da mülk hâline getirilmeye çalışıldığı anlatılmaya çalışılacaktır.
Azra, âdeta bu bedeni sahiplendiğini ortaya koyarcasına ölü bir vücutla yaşar
Sadakatin temellük ilişkisi üzerinden nasıl işlendiğini anlatmadan önce, romanın özetini vermekte yarar var: Üniversite yıllarında erkek arkadaşı Demir’den hamile kalan Azra, kendisiyle evlenmeyi istemeyen Demir’i, biraz da annesinin yardımıyla nikâhlanmaya ikna eder. Kızları dünyaya geldikten bir müddet sonra Demir, Azra’dan ayrılır. Yükseköğrenimini zor şartlarda bitiren Azra, annesinin ve babasının yaşadığı kasabada bir eczane açarak kendine mütevazı bir yaşam kurar. Bir süre sonra, varlıklı bir ailenin çocuğu olan Ferda, sera kurmak üzere Azra’nın babasından kalan araziyi kiralar. Bu esnada Azra ile Ferda arasında bir yakınlık doğar, arkadaş olurlar ve bir süre sonra evlenirler. Hem evlenmeden önce hem de evlendikten birkaç sene sonra mutlu bir yaşam sürerler. Ancak bir süre sonra işler bozulur. Azra’nın kız kardeşi Aliye, eşinden boşanıp baba evine döner, Azra ve Ferda ile birlikte yaşamaya başlar. Aliye, Ferda ile serada çalışmaya başlayınca aralarında duygusal bir ilişki oluşur, bu ilişki ilerler ve Ferda, Aliye ile birlikte olup eşi Azra’yı aldatır. Zaten Azra’nın da bu esnada, Ferda’ya temellük ettiğini fark etmeye başlarız. Azra, sırasıyla Aliye ve Ferda’yı evinden kovar ve eşinden öç almak üzere üniversiteden arkadaşı Cemal’le ilişki yaşar. Yaptıklarından pişman olan Ferda eve döner. Azra, hâlâ sevdiğini düşündüğü Ferda’yı kabul eder. Tartışırlar ve Ferda intihar eder. İntihar vakasını kolluk kuvvetlerine haber vermeyen Azra, âdeta bu bedeni sahiplendiğini ortaya koyarcasına ölü bir vücutla yaşar. Sonra durum anlaşılır ve katil zanlısı olarak hapse atılır. Bütün bunları da hapishanedeyken, günlükler şeklinde kaleme alır.
Azra’nın “sadakat” olarak adlandırdığı şey, kıskançlığın sonucu olarak geliştirdiği temellüktür.
Üniversiteden arkadaşı Demir’le yaptığı başarısız ve zorunluluk sonucu gerçekleşen evlilik, romanın başkarakteri Azra’nın aşk ilişkisi konusunda olumsuz bir tutum ve düşünce geliştirmesine neden olur. Bir erkekle kurulacak aşk ilişkisinin sonucunda, terk edilme ve yalnız bırakılma riskine karşı Azra, “sadakat” adını verdiği ama daha çok temellük düşüncesine dayalı bir anlayış geliştirir. Demir’le yaşadığı bu olumsuz deneyim, sonradan Ferda’yla kurduğu ilişkinin niteliğini de ister istemez belirler. Azra, kadın ve erkeğin evlilik ilişkisi yaşamasını sağlayan temel birleştirici unsurun sadakat olması gerektiğini düşünmeye başlar. Bu düşüncenin arkasında yatan amil, açık bir biçimde erkeklere duyulan güvensizliktir. Azra için, duyduğu güvensizliği aşmanın iki yolu vardır: Ya erkeği kendisine bir biçimde bağlayacaktır ya da onunla bir temellük ilişkisi geliştirecektir. Azra, her iki duruma da “sadakat” adını verir ancak aslında onun yaptığı, patolojik bir kıskançlığın sonucu olarak geliştirdiği temellük yani mülk edinme arzusu ve girişimidir. Bu da erkeğin bir mal olarak görülmesine ve giderek özgürlüğünün kısıtlandığına inanmasına yol açacak bir dizi olayı tetikleyecektir.
Mülk edinilmeye çalışılan her varlık, beraberinde bir mücadeleyi de gerektirir
Azra, babasından kendisine ve kardeşine kalan tarlayı, Ferda’ya, sera olarak işletmesi için kiralar. Sonra da yıllar boyunca tarlanın kirası alınmaz; hoş, zaten Azra ile Ferda evlenecektir, kira almanın da bir anlamı yoktur. Ancak seranın üzerine kurulduğu tarlanın, uzun yıllar ücret alınmadan kiralanması, Azra’nın Ferda üzerinde bir hâkimiyet kurma girişimi olarak okunabilir. Azra, bir bakıma Ferda’yı kendisine bağlamak ve ait kılmak için tarlayı (sonra da aldırdığı çocuğunu) kullanır. Sonraki olaylar gösterir ki Azra, sahip olduğu mülkleri (tarla ve beden) kullandırma hakkını geçici olarak Ferda’ya vermek suretiyle, Ferda’yı da mülk hâline getirmek isteyecektir. Serazat yaşamış olan Ferda’nın özgürlük tutkusu, evliliği bir kölelik ilişkisi olarak görmesi, çocuk sahibi olmanın bağlanma anlamına geleceğini düşünmesi Azra’yla kurduğu evlilik ilişkisine zarar verecektir.
Azra, daha Ferda’yla arkadaş olduğu günlerde onun kendisine ait olacağını hisseder. Bu his, onun sadakati nasıl anlayacağına dair ipuçları da verir aslında. “Her şey o kadar canlı, gergin, acıtıcı bir biçimde güzeldi ki birden bu adamın çok geçmeden bütünüyle bana ait olacağını hissettim.” (Aral, 2014: 39). Azra, bir gerilim içerisinde bağlanır Ferda’ya; gerilim bir yanıyla da acı hissettirir. Belki de daha ilk adımında temellük etmeyi hayal ettiği adamın, Ferda’nın, kendisine acı yaşatacağını hisseder. Bu his, belki de sahiplenmenin, mülk edinmenin doğal bir sonucudur. Mülk edinilmeye çalışılan her varlık, beraberinde bir mücadeleyi de gerektirir. Ya Ferda örneğinde olduğu gibi, varlığın kendisiyle mücadele etmek gerekecektir ya da Aliye örneğinde olduğu gibi, başka bir varlıkla…
“Şimdilik bizi bir arada tutan şey bedensel tutku ve biraz da seraydı.”
Azra’nın Ferda’ya karşı hissettiği bu duygunun arkasında, genç kadının tatmin edilmemiş cinsel arzuları da vardır. Azra’nın henüz evlenmeden Demir’le birlikte olması, evliliğin ardından, onunla herhangi bir cinsel deneyim yaşamaması, Azra açısından libidinal bir sorunun bulunduğunu da gösterir. Ferda’yla canlanmaya başlayan bir enerji vardır içinde ve bu enerji onun bilinç değişimi yaşayarak sevdiği erkeğe itilmesini sağlar. Demir’le sağlıklı bir beraberlik ve cinsel ilişki kuramamıştır esasında; bedenini (mülkünü) bir erkekle paylaşan Azra, yaşadığı olumsuz deneyimin ardından, benzer bir durumla tekrar karşılaşmak istemez ve “sadakat” kavramı etrafında, yine evlenmeden önce cinsel birliktelik yaşadığı Ferda’ya temellük etmeye çalışır. Bedeninde biriken enerji bir çıkış yolu arar ve çıkış yolu bulduğunda da “sadakat” kavramı anlam değiştirir. Azra, bunu “bilinç değişimi” olarak izah eder: “Bedenimde uzun zamandır bekleyen bütüncül arzu canlanıyor, bir bilinç değişimi yaşıyor.” (Aral, 2014: 43). Belki de sadece libidinal enerji hesabına kurulan ilişki, bu ilişkiye münhasır kılınmış sadakat hissi Azra’yı yanlış bir yöne itecektir. Zira o, Ferda’yla aralarındaki ilişkideki sadakati, sadece cinsel sadakat olarak anlar. Cinsellik yaşadığı ve sonra evlendiği erkekle, bedenin arzularını tatmin etmeye yönelik bir ilişki kurması, onları bir arada tutan şeyin yalnızca cinsellik olduğunu gösterir. “Şimdilik bizi bir arada tutan şey bedensel tutku ve biraz da seraydı.” (Aral, 2014: 75) derken Ferda’yla kurduğu arkadaşlık ve evlilik ilişkisini, yalnızca libidinal enerjinin boşaltılması olarak gördüğünü de anlatmış olur. Ayrıca bu ilişkinin sera aracılığıyla kurulduğunun Azra tarafından belirtilmesi, maddiyatın bu ilişkinin temel belirleyicisi olduğunu da ortaya koyar. Zaten evi ikinci defa terk edip de yeniden eve dönen Ferda’yla yaşadığı tutku dolu sevişme, ona değişen bir şey olmadığını fark ettirir. “(…) Belleğimizin ne zamandır kapalı odalarından çıkıp gelen bir tutkuyla seviştik. Değişen bir şey yoktu. Her şeyin sil baştan düzene gireceğine hiç mi hiç inanmıyordum, ona duyduğum açlık yaşamaya duyduğum açlığın kendisiydi. Onu sevmiş, onunla evlenmiş, yaşamış, düşünmüş, sevişmiş ama ona sahip olamamıştım.” (Aral, 2014: 181). Görüldüğü gibi, Azra Ferda’yla evlenir, yaşar, düşünür ve sevişir ancak ona sahip olamaz. Azra’nın bilinç dışında, libidinal enerjisini Ferda’yla açığa çıkarmak, onunla tatmin olmak ve bedenini onunla paylaştığı için ona âdeta bir tiran gibi sahip olmak vardır. Ferda, onun kendisine bir tiran gibi bağlandığını açık bir biçimde ve rahatsız olduğunu ifade edercesine söyler: “Benim üzerimde iktidar kurmaya çalışmış olduğunu da fark etmişsindir. Sen aşkını bir tiranlık gibi yaşadın.” (Aral, 2014: 260). Ferda açısından doğru bir saptamadır bu, realiteye baktığımız zaman, Ferda’nın hiç de yanılmadığını görürüz. Zaten evliliğe, küçükken yaşadığı deneyimlere bağlı olarak çok fazla inanmayan Ferda, aşkın geçip gideceğini, sözleşmelerin bozulabileceğini, sonsuz sadakatin mümkün olamayacağını belirtir. “Aşk geçer, sözleşmeler bozulabilir. Sonsuz sadakat olmaz. Sadakat insanın kişisel özgürlüğünü sınırlayan zorlamaya dönüşmemeli.” (Aral, 2014: 74). Özgürlük, Ferda için oldukça önemli bir imtiyazdır, özgürlüğünden taviz vermek istemez Ferda. Bu sözler karşısında kişisel özgürlüğü cinsellik olarak algılayıp algılamadığını soran Azra’ya çok çarpıcı bir yanıt verir. Bu yanıt, onun özgürlükle sadakat arasında kurduğu ilişkiyi göstermesi ve sadakatin bireysel özgürlüğünü kısıtlayan bir pranga olduğunu itiraf etmesi açısından önemlidir: “(…) Dip dibe yaşamak, sürekli aynı insanla aynı biçimde sevişmek, törpülenip birbirine benzemek ve olmuyorsa dizginlenmek… Sadakat bu işte!” (Aral, 2014: 74). Sadakat, Ferda’ya göre cinsel ilişki de dahil olmak üzere her şeyi tekdüze ve yinelemeli bir biçimde yaşamaktır. Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde, kadınla erkek arasındaki ilişkide, evlilik bağının önemli olmadığını da söyleyen Ferda, evli olsa bile bağımsızlık olmak, özgür bir kişisel hayata sahip olmak ister.
Ölmüş olsa bile o beden Azra’ya ait olacaktır
İşte tam da bu noktada, Azra’nın, Ferda’yı “sadakat” kavramı etrafında, daha çok cinsel olarak temellük etmesi, Ferda’nın da özgür olmak istemesi arasında paradoks olduğunu görürüz. İkisinin de aşka ve ilişkiye bakışı, birbirine taban tabana zıttır. Bu yüzden, evlilikleri zarar görür. Bir tarafta “Aşka aidiyet gerekiyor.” (Aral, 2014: 158) diyen bir kadın (Azra) diğer tarafta “Bu kadar sevme beni, böyle sevme, rahatsız oluyorum.” (Aral, 2014: 96) diyen bir erkek (Ferda) vardır. Ve doğal olarak, ilişki de bu iki farklı bakış açısından dolayı zarar görür yani Azra’nın temellük olarak gördüğü sadakat, bireysel özgürlüğünü evlense bile sürdürmek isteyen Ferda’yla çatışmasına yol açar. Kaldı ki, romanın sonunda, Azra’nın Ferda’nın cesediyle bir arada yaşaması, ceset kokmasın diye birtakım ilaçlar kullanması, aslında genç kadının Ferda’yı bedenden ibaret bir varlık olarak gördüğünü de ortaya koyar. Ölmüş olsa bile o beden Azra’ya ait olacaktır.
(*) ARAL, İnci (2014). Sadakat. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi.