Filmlerde ya da dizilerde gerilim dozu ille de bir seri katilin avına yaklaştığı anlarda ya da tekinsiz sokaklardaki kovalamaca sahnelerinde yükselmez. Televizyon haberciliğinde gerilimin doruğa çıktığı anlar aslında karanlık geçmişi olan bir politikacı, sırlarla dolu bir şöhret hatta cinsel sapkınlıkla suçlanan bir Prensle canlı yayında yapılan röportaj sahneleridir. Gazeteci onu nasıl köşeye sıkıştıracak, aslında hiç de söylemek istemediği cümleleri ağzından nasıl ustalıkla çekip alacaktır? Bundan âlâ gerilim mi olur? Soruların ötesinde bakışların, vücut dilinin ve sözcükler arasındaki suskunlukların satranç hamleleri gibi inceden inceye çalışılması gerekir. Her atağın karşılığı tasarlanmalı, gazeteci olası her hamleye hazırlıklı olmalıdır.
Demokrasilerine doğru orantılı olarak, habercilik geleneği de köklü ülkeler, bizlere unutulmaz gazetecilik örnekleri de bıraktı. Bunları da yıllar içinde başarıyla öyküleştirip filmlere ve dizilere aktardı. Sadece televizyon gazeteciliği anlamında Network (1976), The China Syndrome (1979), The Broadcast News (1984), The Insider (1999) filmleri bugün sinema tarihine geçmiş yapıtlar. Yazılı basın ve haber odaları hakkında sayısız etkileyici filmi hiç saymıyorum bile. Dizi dünyasında ise 2012-2014 yılları arasında The Newsroom (2012-2014) dizisi büyük sükse yapmıştı. Sadece bir röportaja odaklanan unutulmaz filmlerden Frost/Nixon (2008) 1977 yılında eski ABD Başkanı Richard Nixon ile ünlü televizyon gazetecisi David Frost’un yaptığı söyleşi serisi üzerinedir. Bir politik filmden çok, adeta eldivensiz iki boksörün hikâyesini anlatan bu filmde gazeteci Frost, en sonunda Nixon’ın ağzından Watergate skandalına ilişkin minik bir itiraf almayı başarır.
Bugünlerde ise Netflix’te yayınlanan yeni bir televizyon röportajı filmi dikkatlerden kaçmamalı. “Scoop” yani “atlatma haber”, 2019 yılında İngiliz Yayın Kuruluşu BBC’nin Newsnight programındaki 50 dakikalık tarihi röportajın arka planını anlatıyor. Kral Charles’ın erkek kardeşi ve yıllar önce reşit olmayan bir kızla ilişki yaşadığı ve pedofil milyarder Jeffrey Epstein ile suç ilişkisi olduğu iddiasıyla Kraliyet Ailesinin yüz karası Prens Andrew ve gazeteci Emily Maitlis’in unutulmaz röportajına hazırlık, filmin ana teması. Yakın geçmişteki olaylar hâlâ belleklerde taze ve filmdeki karakterler de hayatta olduğu için film ayrıca ilgi çekici. Scoop öncelikle müthiş oyunculukları öne çıkarıyor. Daha önce Margaret Thatcher rolünde epeyce abartılı bulunan Gillian Anderson baştan aşağı Emily Maitlis olmuş. Prens Andrew rolündeki Rufus Sewel ise inanılmaz derecede başarılı. Ancak aslında öykü, Newsnight için konukları ayarlayan gazeteci Sam McAlister’ın gözünden anlatılıyor. McAlister’ı oynayan Billie Piper inatçı ve yaptığı işe tutkuyla bağlı gazeteci rolünde harikalar yaratıyor. Hikâyeyi tam bir gazetecilik filmi yapan da aslında McAlister’ın bu tavrı. Filmin en güzel sahnelerinden biri röportaj öncesi tüm ekibin boş bir odada bir soygunu planlayan hırsızlar ya da bir seri katile karşı davanın inceliklerini tartışan avukatlar ordusu gibi röportaja hazırlanmaları. Sam McAlister’ın anılarında haftalar süren bu hazırlık sürecinin inceden inceye anlatıldığını biliyoruz. Filme alınan bölüm ise çarpıcı. Erkek prodüktörler, soru sorarken Maitlis’in saldırgan olması gerektiğini öğütlerken, Sam ise Maitlis’in sakince geriye yaslanıp Prens’i konuşturmasını söylüyor. Maitlis tam da bu şekilde zarafetle ve sükûnetle konuşması için Prense alan açıyor. Daha sonra gelen sosyal medya baskısıyla ve aşağılanmayla da birlikte röportaj, Prens Andrew’un tüm kraliyet görevlerinden uzaklaştırılması ile sonuçlanıyor. Scoop belki sinema tarihine geçecek kadar müthiş bir film değil, ancak yine de iyi gazeteciliğin kamu adına inatla soru sormak olduğunu hatırlamak için bile izlenmeye değer.