Ailesinden, mahallesinden, şehrinden ve ülkesinden ilk defa ayrılanların ilk özlemidir ev. Ev, onun için hem aile hem mahalle hem şehir hem de ülkedir. Hepsinin toplamıdır. Bu nedenle eve dönüş ritüeli, dönen için çok görkemlidir. Değme dini ritüellere taş çıkarır. Uzun uzun dönüşü düşünür, düşler. Geceleyin, uykusunun karanlık sularına dalmadan önce, iki elini başının arkasına koyar ve kavuşma anına kadar olan süreci düşünür. Bu an, öyle bir zaman dilimidir ki “saatler dursun, çok uzun bir süre o anın içinde hapsedilsin” istenir. Bir gelinin, telli duvağını giyme arzusundan bile daha büyüktür. Dönüşün ne zaman olacağı ailelere söylenmez ki heyecan, evin kapısına kadar sürsün. Kapı zili çalındığında, kapıyı açan anne şaşkınlıktan küçük dilini yutsun ve size bugüne değin hiç sarılmadığı kadar sarılsın.
***
Benim için askerliğe gitmenin en güzel tarafı içimdeki “eve dönüş” arzusuydu. Bir an önce dönmek için neler yapar neler umardık. Mesela izin kullanmadım ki ikinci bir kez vedalaşma sahnesi yaşamayayım. Şubat ayının 28 çekişinin kıymetini orada anlarsın. 31 çektiği için mart ayını tersten sayıp tüketme çözümleri üretmiştim. Hatta bir ara askerlik kısalıyomuş yalanını uydurup, kısa dönem arkadaşlarla, birbirimizi dahili telefonlardan arayıp işletiyorduk. Kısa dönem olduğu için topu topu altı aylık bir vatani görevi, kendi içimizde kısalttıkça kısaltıyorduk.
Sanki hiç dönmeyecekmiş gibi bir hisle uyanırdık her sabah. Halbuki bugün istesem de askerlik yaptığım tugayın çevresinde, turistik bir gezi bile yapamam. Umarım ileride bu hayalim gerçek olur; çünkü oranın özlemini bir türlü bastıramıyorum.
Askerlik süremin dolduğu günün sabahı bile belirsizdi kışladan çıkıp çıkamayacağımız. Dolayısıyla belirsizlik içimizi kemiriyordu. Nihayet, ayrılık günümüzün kesinleştiğini öğrenince hemen hangi havaalanından hareket edeceğimize karar vermeliydik. Gaziantep mi olsa yoksa Diyarbakır mı?
Beş buçuk ay önce uçağımızın tekerleklerinin, pistinde duman attırdığı Diyarbakır’ı ikinci kez de görmek nasip olacakmış meğer. Yolculuk boyunca kavuşma anını yeniden gözümün önüne getirdim. Sanki bir film izliyormuşum gibi. Kimseye haber vermediğim için Atatürk Havaalanı’nda inip bir taksi tutacak ve doğrudan evin yolunu tutacaktım. Uçaktan inip eşyamı alana kadar da öyle hissettim. Ailesine haber veren arkadaşların havalanındaki kavuşmalarının, sarmaş dolaş oluşlarının içimde buruk bir tat bırakmasına fırsat vermeden, kafamı, gelenleri bekleyen kalabalık güruha çevirdiğimde abimleri ve eşlerini gördüm. Ben onlara sürpriz yapacakken onlar bana sürpriz yapmıştı. Bir şekilde haber almışlardı ne zaman geleceğimi. Demek ki onlar da iple çekiyormuş geleceğim günü. Ne güzel bir histir beklenilmek!
Kavuşmamın ilk evresi bitmişti. Şimdi sıra şehrimin toprağını öpmek vardı. Havaalanından çıkar çıkmaz toprağını öptüm. Dönüş yolunda şehrin ışıkları aydınlatıyordu her bir yanı. Uzun zaman olmuştu bu kadar aydınlık bir geceyi görmeyeli.
Apartmanın önüne geldiğimde, altı ay önceki ayrılık sahneleri geldi gözümün önüne. Şırnak’a gitmeden önce uzun uzun sarılışları anımsadım. Şırnak. Namı diğer Şehr-i Nuh, yani Nuh’un şehri. Nuh’un gemisinin izlerinin Cudi Dağı’nda bulunmasından mütevellittir ki Nezih Tavlaş’ın “Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi” adlı kitabında Ara Güler’in çekmiş olduğu bir fotoğrafta Cudi Dağı’ndaki geminin izleri bulunur.
Ve şimdi dönmüştüm. Beş kat merdiven çıkınca anneme kavuşacaktım. O ilk an, göz göze geleceğimiz, ellerini öpmek için davranacağım o bilindik hamle; ama bir türlü öptürülmeyen eller… Çaresiz, soluğu annemin boynunda aldım. Sarıldım, sarıldım, sarıldım. Sonrasında sevinç gözyaşını göz torbalarından eksik etmeyen babam ve de ablamlar, eniştelerim, yiğenlerim.
Haritanın sol üst köşesinden başlayıp sağ alt köşesine kadar devam eden yolculuğum böylece kazasız belasız son bulmuş eve dönüşü sağ salim tamamlamıştım.