Türk Dili ve Edebiyatı mezunu. Şiir ve öykü yazmayı seviyor. Geçici bir sıhhi tesisat işinde çalışıyor. Gelecekte Ünlü bir yazar olmak istiyor.

Darbenin olduğu yıl fakülteye başlayıp, pandeminin başlangıcında mezun oldum. Hiçbir kuruma atanamamıştım. Beynimi işsizlik, yoksulluk, ailemin umutları, ortaokul mezunu arkadaşlarımın esrarengiz bir şekilde devlet kurumlarında sınavsız, şartsız bir şekilde çalışmaya başlaması, kendimi başarısız görme düşünceleri sürekli olarak işgal ediyordu.

Artık yuvadan ayrılmalıydım, kanıtlamalıydım kendimi. İstanbul’a gitmeye karar verdim. Ailemi ikna etmekte zorlansam da nihayet taşı toprağı altın denilen şehre gelmiştim.

Göçmenlerin kaldığı bir pansiyon buldum. Günlük 20 lira ödüyor, beş kişiyle aynı odayı paylaşıyordum. Sabah erkenden iş aramaya çıkıyordum, gece başaramamış yorgun biri olarak dönüyordum. Haftalarca bunu hiç bıkmadan yaptım.

Metrobüs durağında eski bir baskülü olan 10 yaşındaki Umut’u ise o zaman tanıdım. İstanbul’daki ilk arkadaşım, sadece sabahları görüşüyorduk. 75 kilo olarak geldiğim İstanbul’da 59 kiloya indiğimi de Umut’tan öğrendim. Aslında çok ama çok şey öğrendim küçük dostumdan. Böyle devam ederse hastalanacağımı da… Umut bambaşka bir anlamdı benim için.

 

Kaldığım pansiyondaki göçmenlere bana uygun bir iş var mı diye sordum. Herkes inşaattan başka iş bulamayacağımı söylüyordu alaycı tavırlarla. Bunların hepsi böyle her şeyle alay ederler. Çantamdan şiir defterimi çıkarıp üzerinde tırnaklarını kesmişlerdi. Bozuk bir Türkçe ile şiirlerimi okuyup alay etmişlerdi, buna dayanamayıp kavga etmiştim. Tabii pansiyondan da atılmıştım. Bu yüzden o geceyi 50 liralık bir pansiyonda geçirmek zorunda kaldım. Meğer bu bir işaretmiş! Sabah erkenden yola koyuldum. Anadolu yakasının her yerinden görünen, ihtişamlı finans merkezi şantiyesine geldim. İçeri girmeden dışarda mavi baretli bir adam gördüm, hemen yanına gittim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:

“Merhaba, ben iş …”

“Kimin ekibindensin?”

“Ben yeni geldim iş arıyorum…”

Sonra beni bir saat boyunca sorguya çekti, her şeyi sordu. Burada tesisat işi yapıyorlarmış, beni de çırak olarak bir ustanın yanına verdi. 70 lira da yevmiye alacakmışım, kalacak yer ve yemek onlara aitmiş. Haftalardır bu kadar mutlu olmamıştım!

Göçmenler doğru söylüyordu Türkiye’de en kolay bulacağın iş inşaat işiymiş.

Artık şiir defterime yevmiyelerimi yazıyorum.

Herkes burada bana “hoca” diyor. Bazen dalga geçenler de oluyor. “Tesisat muallimi” diyen var, “boru edebiyatçısı” ve bunun gibi şakalar…

Arada Umut aklıma geliyor.