Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

1986 yılının yazı. Bodrum Turgutreis’in henüz bugünkü gibi lüks otellerle dolmamış sahilinde rüzgâra karşı oturuyorum. Yanı başımda o dönemin sanat ve edebiyat dergileri ve tabii olmazsa olmaz Cumhuriyet gazetesi. Henüz 17 yaşındayım. Yaşıtlarımla pek anlaştığım söylenemez. Hepsini budala ve yüzeysel buluyorum. Tam anlamıyla gözlüklü, bol sivilceli bir kitap kurdu klişesiyim. En büyük kankam ise o yaz Ankara Devlet Tiyatroları’ndan 65 yaş kuralı nedeniyle emekli edilmeye zorlanan sahnelerin dev tiyatro sanatçısı Macide Tanır. Aramızda yarım asra yakın bir yaş farkı var. Ama ne gam! En çok birbirimizle anlaşıyor, aynı şeylere gülüyor, birlikte yüzüyor, saatlerce tiyatro oyunlarından, romanlardan ve filmlerden konuşuyoruz. Bana inanılmaz hikâyeler anlatıyor. Tamamen efsunlanmış bir halde onu dinliyorum. Hayatımın belki de entelektüel olarak en doyurucu ve kendimi en özel hissettiğim dönemi. Macide Hanım’la 2013’te onu kaybedene dek çok yakın iki dost olarak kaldık. Seneler boyu her Ankara’ya gittiğimde onun evinde kaldım. Birlikte sinemalara, tiyatrolara gittik, kulis dedikoduları ile kıkırdadık, gittikçe çölleşen sanat iklimine birlikte hayıflandık. Macide Tanır Ankara’da tam bir divaydı. Birlikte Tunalı Hilmi’de yürürken o inanılmaz sesini duyan herkes yanımıza koşar, onunla sohbet etmek için fırsat kollardı. Başkentin rafine sanatseverleri, tiyatro âşıkları onun kıymetini bilirdi doğrusu. Kentlerinden çıkan bir mücevher gibi onu adeta pamuklara sararlardı. 

O dönemde bana sık sık hayranlıkla Muhsin Ertuğrul’dan ve Prof. Carl Ebert’ten bahsettiğini hatırlıyorum. Carl Ebert 1936 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin davetiyle Ankara Devlet Tiyatro ve Operasını kurmak üzere davet edilir. Ebert, Ankara’da geçirdiği 11 yıl boyunca genç Cumhuriyetin tiyatro ve opera dünyasını biçimlendirecektir. Berlin doğumlu Ebert 1933’te Hitler faşizmden kaçan ve Türkiye’nin entelektüel hayatını zenginleştirmek üzere bu topraklara sığınan pek çok aydından biriydi. 1939-1947 arasında sürekli olarak Ankara’da oyunlar sergiledi. Yürüttüğü genişletilmiş, yoğun eğitim çalışmalarıyla ve sahneye koyduğu sayısız oyunları ile Ebert, Türkiye’de modern bir opera kurulmasında önemli bir etki yarattı. Carl Ebert’in çevirmenliğini ve dramaturgluğunu Sabahattin Ali yapmış, Ali Ebert’in adeta sağ kolu olmuş. Yeni çıkan kitaplar rafında Yapı Kredi Yayınları’ndan basılan Filiz Ali’nin yazdığı Bir Tutkunun Peşinde Carl Ebert başlıklı kitabı görünce birden sevgili dostum Macide Tanır’ın anlattıkları kulağımda çınladı. Aradan onca yıl geçmesine karşın Cumhuriyetin o ilk yıllarında tiyatro ve opera kültürünün nasıl adeta sıfırdan yarattığı, Ebert’in eğitim anlayışı, çalışma disiplini hep Macide Hanım’dan dinlediğim hikâyelerdi. Şimdi Filiz Ali kişisel hayatında derin izler bırakan Carl Ebert’ın izini sürüyor ve onu dönemin toplumsal ve siyasal ortamında çok boyutlu biçimde ele alıyor. Filiz Ali’nin Carl Ebert’le tanışma anı tıpkı benim Macide Tanır’la olan serüvenim gibi. Filiz Ali ile sıra dışı insanlarla karşılaşan çocukların ortak sırrını paylaşıyoruz adeta. Onu çok iyi anlıyorum. Şöyle diyor Filiz Ali: 

Onunla tanıştığımda çok küçüktüm. O zamana kadar tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. İlk görüşte müthiş etkilenmiş olmalıyım. O etki bugüne kadar devam etti. Konservatuvardaki tiyatro ve opera provalarını, temsillerini izleyerek, ama en çok büyülenmiş gibi onu izleyerek büyüdüm. Öğrencilerinin onun ağzından çıkan her sözcüğü, gösterdiği her jest ve mimiği nasıl hayranlıkla özümsediklerine tanık oldum. Öğrencilerle aynı dili konuşmamalarına rağmen babamın aracılığıyla kurulan müthiş dinamiği deneyimledim.”

Bir Tutkunun Peşinde Carl Ebert beni umut dolu bir dönemin, heyecan ve sanat dolu atmosferine geri götürdü. Bu coğrafyada insan kalitesinin kolay kolay kurutulamayacağına olan inancımı tazeledi. Yaşamlarımızda derin izler bırakan olağanüstü insanların anısını kovaladığı için de Filiz Ali’ye minnet borçluyum.