Mikroscope’un bu sayısının kapağında, Urla’da yeni katıldığım karma sergi için yaptığım “Mouselium Mavisi” var. “Female Narrative” sergisi 20 Nisan’a dek devam ediyor. Bu sergide kendi 40 yılımın ve 17 yıllık resim geçmişimin etkileri var. Çıkış noktam, Antalya Müzesi’nde çalıştığım Hecate heykeliydi; kısaca kadınların genç kızlık ve sonrasında kadınlık ve olgunluk dönemi… Aynı zamanlarda sergi sırasında sakladığım feminzm ders notlarım başucumdaydı. 2004’te “Feminizm ve yazı” adlı derste, yani resme kendimi vererek başladığım sene “Sırça Fanus” dönem ödevim oldu. Müge İplikçi hem dersteki hocam hem de tez danışmanımdı. “Sırça Fanus”u okuduğum sıralarda görsel iletişim dersinde bir kolaj ödevi veren sanat tarihi hocam Wendy Kural Shaw’ın da yüreklendirmesi ile yeniden resim eğitimi almaya başladım.
Derginin yayın ekibi “yeni” ile ilgili bir şeyler yazmamı istediğinde şöyle kısaca dönüp geçmişe bakmak istedim. Bu bakış beni Murathan Mungan’ın o dizelerine götürdü:
Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri…
Geçse de yollar bozkırlardan, denizlere çıkar sokaklar!
İlk sergimi açtığımda annem, İzmir’in ilk tarihi binalarından birinde sergi defterime bu satırları not düşmüş, birbirimize bakmıştık. Hayatım o kadar değişti ki (ve her gün değişiyor) olmazlara inandım. Değişime inanan bir annem vardı ve elbette arkadaşlarım, yani ilham kaynaklarım.
1999’da ilk defa evden ayrıldım, büyük rastlantılar zamanıydı, resim ile yazı arasında kaldım; kolumda altın bilezik olsun diye ailemin yönlendirmesiyle, yazıyı seçmek zorunda kaldım. Ailem bir meslek edindikten sonra yeniden resimle uğraşmamı tavsiye etti. Bana her sabah evin en güneş alan yerinde resim masası hazırlayan ise anneannemdi. Ve suluboyayı ilk öğreten halen şövalesini kullandığım annem… Yazıyı da resmi de seviyordum.
Üniversite sınavından bir önceki yazdı. Feride Çiçekoğlu’na, 17 yaşında, Eski Foça’da belgesel çekerken rastlama şansım oldu. Onun izini takip ettim, belgesel dersi verdiği okula girdim heyecanla. Yazının yanında görsel dersler de aldım. Çiçekoğlu’nun filmlerini de izlemiştim. “Suyun Öte Yanı”nı TRT 2’de izleyip ertesi gün Midilli’den göçen babaannemin memleketine, Cunda’ya gitme macerası, ilk sembolik anlatımlı yazım oldu.
Üniversitede de resim peşimi bırakmıyordu. Amfide portreler de yapardım. Edebiyat hocam ilk sergimi o amfiye giden panolarda açmam için beni yüreklendirdi.
80 kiloydum ama 32 beden modası vardı, büyük beden algısı çok sertti. Jean diktirdiğimi hatırlıyorum, büyük beden giyim için bir-iki dükkân vardı. Ben anneannemden kalma fularlar takardım, renklilerdi. Sonraları bu boşluk beni kendi tekstil desenlerimi yapmaya yönlendirdi. Şiir, müzik, dans etmek, şarkı ruhuma iyi gelirdi, hatta tango ve tiyatro… Hepsi geride kaldı. Ama resim…O öncelikli kaldı bende.
2019’da üstümdeki yükler ağırlaşmıştı, çevremdekiler tedirgindi ve sağlığım için bir yenilik yapmamın zamanı gelmişti. Bir yol aradığım dönemde, nefes almak için uçağa atlayıp İstanbul’a gittim ve ani bir kararla, Deniz Bağan’dan Meditasyon 101 eğitimi aldım ve ancak bir sene sonra elimde “Vejetaryen Külkedisi” kitabıyla ameliyata girdim. Elbette sağlığım içindi bu. Bu kitapta mucizelerden yaratılmış bir idol fikri değil, kendi gibi olmak isteyen bir başkahraman vardı.
Üstümdeki yüklerden yavaşça arınmaya başlamamın zamanı gelmişti. Bir sene sonra kadın savaşçı çizimlerimi beğenen Raşel Meseri’nin kitabı “Ah Rapunzel Bir Taş Daha” desenleme kitabının teklifi geldiğinde, özgürlüğüne kavuşmak isteyen Rapunzel’i resimledim. Masallardaki gibi mucizelere değil de kendi gibi olmak isteyen kahramanların dünyasında nefes aldım; Meseri’nin yeni Rapunzel’i de öyleydi. Özgürlüğe atlıyordu.
40 yaşıma geri dönüp baktığımda, resim neredeyse bütün hayatımdı. İlk sergimin afişi Duygu Asena’nın ölümü nedeniyle okuduğum kitaplarından, yarattığı hareketten esinlendiğim figürlerden oluşuyordu. Cavit Atmaca ise kendi resim dilimi oluşturmama yardım eden usta oldu.
Canlı model çalışması yaptığımız atölyede bir genç kadın çizdim. Desenin içine plansız keçiler yerleştirdiğimi hatırlıyorum. Akşamüstü o genç kadının genç yaşta evlenip, yurtdışında şiddet gördüğü eşi ile ilgili bir davası olduğunu, tam da annesinin yanına sığındığı zamanda yollarımızın kesiştiğini öğrendim. Direniyordu hayata. Birlikte direniyorduk! O atölyede kedilere olan korkumu yenip, kedi karikatürleri de çizmeye başlamıştım.
Zaman içinde korkularımı tanıdım. Ezberlerden arınmaya çalışıyordum. Bu coğrafyada kendin olmak, kalıpların ve koşullandırmaların ötesinde özgünlüğüne ulaşmak, biraz yavaşlamaktan geçiyordu belki.
Yaklaşık beş senedir Melih Cevdet Anday’ın “Kolları Bağlı Odyseus” şiirinin etkisinde resimler yapıyorum. Bu şiirde Anday, kendi iç sesini bulmaya çalışan bireye seslenir. Dünya edebiyatında bu yorum eşsiz bir değerlendirmedir. Clarissa Estes de “Kurtlarla Koşan Kadınlar”da, 19.yüzyılla birlikte insanlığın duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkarak,kadınların içindeki doğal sesi bulması gerektiğini söyler. Ondan da çok etkilendiğim açık!
Sese yeniden kavuşmaya başlamak uzun bir yolculuk. Helene Cixous, “Voice leaves voice looses” adlı metninde “Ses sonsuzluğa devam eden süttür. Ve sonsuzluk da süte karışmış bir sestir” der. Bu metinde erkeklerin doğduğu yere geri döndüklerini söylerken, kadınların yolculuğunun hep bilinmeyene, keşfe ve keşfetmeye dair olduğunu hatırlatır. Hayatım bu anlamda bozkırlardan geçti, bu geçişin, süren yolculuğun bir parçası olduğunu anladığımdaysa, rahatladım.
Hikâyeler devam ediyor.
Lale Müldür, “Saatler/Geyikler” kitabıyla içimdeki Ceylan’ın ezberini bozan usta oldu. Rastgelişlerime teşekkür ediyor ve minnet duyuyorum. Her şeyin birbiriyle arasındaki bağı ve onun hafifliğini görerek… İçimdeki Ceylan’a, sezgi kütüphanesine çıkar tüm yaşanmışlıklar diyerek bu doğum günümde şöyle bir not düştüm:
Hırçın küskün bir sirk değil
Renklerin odağında tesadüfi bir cümbüş: asıl dünya
Benlerin birer galaksi gibi
Biribiri ile uyumlu
Perçemlerinde rüzgârın coşkusu,
Kahkahalı masaların prensesisin.
Ormanlardan şaha kalkarsın
Rüyanda hep o geyik,
Doğru yolu gözeten ve bir ipucu: sen
Nefesine bak sana yüzyılı fısıldayacak.
Kaynakça:
“Sırça Fanus”, Sylvia Plath
“Kurtlarla Koşan Kadınlar”, Clarissa Estes
“Kolları Bağlı Odyseus”, Melih Cevdet Anday
“Ah Rapunzel, Bir Taş Daha”, Raşel Meseri
“Sorties”, Helene Cixious
*** ”Female Narrative” adlı çağdaş sanatta kadın anlatısına odaklanan ve sekiz kadın sanatçıdan oluşan karma sergi, Be-Contemporary Galeri’de 20 Nisan’a dek sürmektedir.