Tüm kanallar ve dijital platformlarda yeni diziler sezonla birlikte başladılar. Türk dizilerinin konuları az çok belli. Ya konak, villa, lüks yaşam; ya genç, eğlenceli, sürekli tesadüfen karşılaşıp tartışan sevimli şapşal çift; ya mahalle, bıçkın delikanlı, ölümüne aşk, aile bağları ya da son dönemin en moda dizi türü gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenilen diziler. Dönem dizilerine açıkçası hiç girmek istemiyorum çünkü çıkışını bulamadığın, eski tabirle “bir milyoncu dükkânına girmiş gibi oluruz burada. Ailenin her bir ferdinin farklı bir dönemi yansıtan kıyafetleri, saç modelleri, eşyalar ve arabalar ile yakın dönem dizisi çekmememiz gerektiğini bir kez daha doğruluyor.
Birkaç diziyi bu yazının dışında bıraksam da az çok gerisi bu şekilde, üzgünüm.
Türk dizilerinde apartman mı? O da ne? Herkes villada, müstakil evde yaşamalı. Ev, genelde zenginliği temsil etmesi için kıro mobilyalar ve yaldızlı, oymalı kakmalı devasa mobilyalarla bezenmiş. Kadınlar topuklu ayakkabılarıyla o laminat parke evlerde sürekli takur tukur yürüyor. Evine ani baskın düzenlenip portmantosu aransa, en az 10 çift yedek terliği olan Türk kadını, sanki terlik giymek yasaklanmış gibi terliklerini şöminede yaktı, çöpe attı, terliksi hayvana bağışladı da topukluya geçiş yapıp hayatını ökçeler üstünde yaşamaya başladı.
Kadınlar -ne yazık ki estetikten ve günümüz güzellik anlayışından olsa gerek- sıfır beden ve birbirlerine o kadar benziyorlar ki Matrix’teki ajanlar gibi dizide bazen ayırt edilemiyorlar. Bir de orta yaştaki oyunculara bir filtre basılıyor ki burunlar yok oluyor, dizi kadrosuna Lord Voldemort’u kat; başına peruk tak, başrol erkeğin kaynanasını oynat. Adamlar genelde sakallı, slimfit takım elbiseli, bilekte biten dar pantolon ve çorapsız kösele ayakkabı giymiş, gayet soğuk, maço, ne iş yaptığı belli olmayan ama hep meşgul ve sıkıntılı bir karakter çiziyorlar. Genelde herkes telefonda veya arabaya atlayıp mobil şekilde bir yerden bir yere gidiyor. Herkes birbirine sürekli bağırıyor, boyun damarlarını fırtlatacak şekilde kim daha çok bağırıp kriz geçirerek ağlarsa o bilin ki başrol!
Dizilerde entrikasız bir gün yok. Varsa yoksa kötülük, hinlik, pislik. Mutlaka birinin eski sevgilisinden çocuğu var ve ortaya çıkıyor, ama adamın kesinlikle bu konuyla ilgili hiçbir fikri ve bilgisi yok. Zamanında terk edilmiş kadın adamdan öç almak için sürekli planlar peşinde. Kimse isteyerek severek evlenmiyor. Daha da kötüsü kadınlar zorla evlendiriliyor veya mecbur bırakılıyor. Herkes evli ama başkasına âşık. Herkesin mutlaka evlilik veya sevgililik dışı bir ilişkisi daha var. Herkes başta birbirinden nefret ederek, kavga ederek ilişkiye başlıyor, ama sonra âşık oluyor. Herkes aynı adamı ve aynı kadını seviyor. Tek mekân kullanımı olsun, yapım şirketine fazla masraf çıkmasın diye zengin de olsan anan babanla yaşıyorsun. Kahvaltıda yanlışlıkla çatalını ortadaki zeytin kasesine daldırırsan kadro dışı kalabilirsin. Zeytini bile çatal bıçakla kesip yemelisin çünkü zenginler öyle yiyor! Evde siyah etekli beyaz gömlekli bir çalışan kadrosu olmalı. Elini hiçbir şeye sürmeyip sürekli çalışan kadrosuna emir vermelisin. Dizide mutlaka birbirini çekemeyen, düşmanlıklarının kaynağı genelde iş veya aşk kökenli iki kardeş olmalı.
Gençlik dizilerinde de durum çok farklı değil. Tek fark ana karakter profillerinde. Kızlar daha şapşik, sürekli cümlenin başına ve sonuna “Yaaaa” ekleyeek konuşan, gözlerini büyüte büyüte sürekli tartışan ve sevimli olduğunu zanneden uzun saçlı, özünde sevimsiz ama sevimli makyajlı tipler. Erkekler ise kızın şapşallıklarından şişmiş, sürekli kaslı kollarını havaya kaldırıp alnını tutan, yılmış, ama dudak altından gülen, fırsat buldukça tişörtünü çıkartıp baklavalarını gözümüze sokan seksi ve soğuk tiplerden oluşurlar. Dizi gereği anlaşamayan bu iki karakter sürekli bir tesadüf ve sakarlık sonucu birbiriyle karşılaşmalı, çarpışmalı, kazaya sebep olup büyük felaketlere gebe kalmalı. Çarpışmaların her birinde en az yedi dakika birbirlerinin gözlerinin içine boş ve bön şekilde bakarken, yakın çekim göz rengine odaklanılmalı, öpüşecek gibi olup 25 bölüm seyirci “Hah tamam, bu bölüm ha öptü ha öpecek kızı bu çocuk” diye, heyecan ve merak içinde bırakmalı.
Bu dizilerde herkes plazada çalışır. Başrol erkek 27-30 yaşlarında olup, ne ara okudu bilinmez ama CEO olmuş, şirketin başındadır. Hep bir ihale lafı döner durur ama ne iş yapıldığı bilinmez. Bazen de reklam ajansının başı olur bu adamlar, şirketteki herkesin tek görevi ise slogan bulmaktır. Başrol kızlar mahallede yaşar. Kızın odasındaki iki kapaklı dolap zannedersin Narnia’nın dolabı, içerisinde her güne başka başka giyilecek kıyafet ve ayakkabı sığacak bir dünya var. Kız genelde sakar ama bir o kadar da becerikli. Esas oğlan olan patrona sinir oluyor, ya da patronun düşmanları tarafından bir komplo kurmak üzere para verilip tutulmuş, özünde dürüst, yanlışı sonrasında görüp patrona âşık olacak, eğitimsiz olsa da hangi departmana koyarsan koy başarılı bir karakter. İsimler, mekânlar farklı olsa da konu hiç şaşmıyor.
Eskiden Flash TV’de yayınlanan “Gerçek Kesit” diye bir dizi vardı. Batman’in memleketi fantastik Gotham şehri bile bu programların yanında Sultanbeyli Belediyesi gibi kalırdı, düşünün. Şimdilerde gerçek hayat hikâyelerinden esinlenerek yazıldığı iddia edilen bu diziler de sabah kuşağındaki cinnet programlarını aratmayacak nitelikte. Toplumdaki gerçek buysa biz bildiğiniz hayal dünyasında yaşıyoruz. Bu dizilerde de aslında konu az çok aynı. İstemediğiyle evlendirilen kadınlar, çapkınlar ve sapkınlar, fiziksel ve psikolojik şiddet, olmazsa olmaz aldatmalar, bu aldatmalardan doğan çocuklar, otoriter aile büyükleri, yine tek mekân çekim için tek evde cümbür cemaat yaşayan büyük aileler…
Gönül ister içeriği farklı, birbirine gönülden bağlı insanlar, iyilik, sevgi, merhamet dolu hikâyeler görelim ama elimizdeki şimdilik bu. İçten içe bizi yiyen bu sanal âlem seyirciyi hortum gibi içine çekerken; seyircide uyandırdığı esinde başarı, azim, eğitim, bilgi ağır basacağına bu klişe hikâyeler bizi basmaya devam ediyor. En iyisi siz alın elinize bir kitap; okumaya devam edin.