Yazar. Ayrıca Medyascope'ta Zeytin Dalı ve Sabun Köpüğü programlarını hazırlayıp sunuyor.

Her şeyi birbirine karıştıran Rosa,

Hiçbir şeyin gerçek adını öğrenemeden yaşlanan Rosa

 

Böyle başlamıştım bir yazıya. İlk kez Milliyet Sanat’ta çıktı. Sonra farklı farklı yerlerde yeniden kaleme aldım. Mikroscope’un Mart sayısı tam çıkacakken,  bir gece önce yine karşıma çıkıverdi. Ona hayır diyemedim. Bazı şeyler değişiyor elbette. Ancak bazıları da hiç değişmiyor be kardeşim…

 

Yazı ise şöyle:

 

 

O zaman durup bir fasıl düşünmek gerekir başlangıç nerededir, nedir, diye. Tante Rosa’nın yazıldığı zamana denk düşen hayatın karşılığı, Türkiye gibi bir ülkede, sert rüzgarların estiği bir diyarın sunabileceği vaatler olabilir başlangıç.

Başlangıç ve vaatler… Zor bu.

Neden mi? Ruhun saz semaisinin çoktan sahneden çekildiği bir denizsiz yerküre kumsalında, duygunun ya da gönlü ne çekiyorsa onu düşünmenin çuhadarlığını yapmak mümkün müdür?

Neden mi?

Mayası tutmamış bir hamura çörekotu olmaktır bu, öyle denilebilir, bu abeceye… Malum, yalınkat bir formül vardır bu ülkede: Herkes aynı olmalıdır. Ve besbelli bu alabora asırlardır hiç bitmemiştir, biteceğe de benzememektedir.

Bilinen bir gerçektir: Başlangıç, şu herkes olabilme, aynı olabilme demektir; kısaca hayat buyruğu… Kesinlikle ama kesinlikle Tante Rosa olmak değil! Tante Rosa olmak, bu ülkede, tam olarak dışarda kalmak demektir çünkü. Bu konuda da sınırlar çizilmiştir: Her şeyi birbirine karıştıran, hiçbir şeyin gerçek adını öğrenemeyen, Tante Rosa olur. Yani hiç kimse, ipsiz sapsız bir hayat sabıkalısı. Ancak bir o kadar da gören… Velhasıl şu tuhaf kadın.

Kitaptan takip edelim:

Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır. İşte unutmak için, neyi unutmak, neden kaçmak için, işte bunlar hiç bilinmiyor, bunları bilmek bile bir ad değiştirmektir, bir kılık değiştirmektir, neden kaçtığını, neyi unutmak için soyunulduğunu bilmek, doğduğu anı bilmek, çıplak doğmuş olduğumuzu bilmek, çıplak öleceğimizi bilmek, hiçbir şeyi bilmemek ya da, ama hiçbir şey bilmediğini de bilmemek… Bunun için soyunmak ve suyun dibini görmek –sf 90

 

Sevgi Soysal’ın sonsuza uzanan asıl mesajı nettir: Yeni olanı ararken yeninin içinde yitmenin adıdır Rosa ve bu kahramana biçilen başlangıç dediğimiz de olsa olsa çürük bir düş cehennemidir. Yazarı için Rosa’nın tutunmaya meyil edebileceği hayat, olsa olsa nohut oda bakla sofa bir serzeniş olabilir. Pastişi de bu yüzden gani gani kullanır Soysal. Bu düş cehenneminin içinde ancak bu kadar başlangıç ve yeni olabilir. Bu da olsa olsa eprimiş bir arayışın kurtlanmış önsözü ve son sözü çoktan sarf edilmiş bir ayrıksılıktır. Kitabı has kılan en çarpıcı yandır bu. Başlangıç ya da unutmanın pek de bir önemi yoktur, bu yüzden…

Tante Rosa’nın bir başlangıcı olduğundan kuşkuda olmamızın temel nedeni yazarının ona çok dürüst davranmış olmasıdır: Tante Rosa’nın iflah olmaz bir yanı mevcuttur. Ne tam manasıyla küt küt delinin tekidir Rosa ne de hayatın sunabileceği doğruluk prensiplerinden nasiplenecek kadar süklüm püklüm, külkedisi biri. Kısaca o Tante Rosa’dır. Öyle doğmuş ve öyle ölecek biri.

Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’da bizlere sakınmadan söylediği, ne güzel söyler, hayatın temcit pilavı gibi kendini sürekli ayarladığı, güya sorguladığı ama hep sınıfta kaldığıdır. Kanımca, Tante Rosa’da hayat sınıfta kalır, Rosa’nın kendisi değil. Buna dair sarfettiği bir çift yalınkat mesajı vardır Sevgi Soysal’ın. Dışlanmışlığa yönelik bir sözdür bu. Yasakların insana getirebileceği yaftanın, nihayetinde her şeyin herkesce dile getirilemediği bir söyleme dönüşmesinin içine doğmuştur Rosa. Bu açıdan, Türkiye’de ya da dünyanın başka bir yerinde doğması, “ecnebi” hayaller peşinde koşması çok da fark etmez. Herkesin her şeyi (belki de hiçbir şeyi) konuşamadığı bir sistem içerisinde hararetle konuşulması gerekenin bir tabuya dönüştürülmesi, çokca ayinleştirilmesi ve meşruiyetin tam da oluşturulmuş böylesi bir sistem üzerine oturtulmasıdır terennüm edilip duran. Bu bir kodestir. Hem de ne kodes!

Rosa gibi bir öznenin, diğerlerinden farklı olarak konuşmaya kalkışması, dahası bunu hayatıyla ifade etmesi, böylesi bir söylemde elbette geri tepecektir.

Püskürtülür Rosa; çünkü cinsellik ve politika gibi “en koygun ormanların geçit vermez sıklığına” denk düşen bir manevra tutkunudur. Kara boşlukların arasına sızmaya çalışan bir öznedir ve bu yüzden de yasaklarla burun buruna gelecek ve bunun bedelini gerektiği biçimde ödeyecektir. Bunun için bir militan refleksine sahip olmasına da gerek yoktur.

Dünyadan istediği olsa olsa bir saydamlıktır; gerçeklerin kendini net bir biçimde ifade edeceği ve ruhunu bunun sarhoşluğuna bırakabileceği bir sahicilik. Bu sahicilik özlemine yasalardan ve yasaklardan oluşmuş insanlık zırhının verdiği yanıtsa her zamanki gibi uyduruk bir şefkat ve eğreti bir doğruculuktur: “Rahatla, yasaları çiğnemeden istediğin kadar özgür olabilirsin ve sakın unutma gücünün asıl karşılığı bizdedir…”

Gelin görün ki, refleksleri yerinde bireylerin bu noktada yapması umulanı yapmaz Rosa, kendi için bir başlangıç yaratamaz; yani buyurgan, şefkatli, kapsamaya, kuşatmaya yatkın bir erk söylemi yaratamaz… Böylesi bir söylemi arzulama eğilimine yatkın biri değildir; sistemin öngördüğü biçimde aptal ve budalanın tekidir Rosa. Şu başlangıcı reddeden kadın! Başlangıç yoksa anısı da silikleşmiş bir kadın. Silikleşmiş anılarınsa hatırlayabilme ya da hatırlatabilme iradesi yoktur. Böylesine dışarda kalmış biridir Rosa. Hadi bir kez daha onu takip edelim:

Çıplaktık, yürüyorduk, utanmayı öğrenmemizle unutmamız bir olmuştu, çıplaktık, yürüyorduk. Kimin sınava girdiği unutulmuştu, çıplaklık unutturucudur. Biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardandık, kaçmak için. Oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için. Neyin olmadığını, neyin olamayacağını hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. Tante Rosa daha bir kez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunulabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi.-sf 90

 

Kimilerince düzen, başarı, insanlık ve mantığın adresi olan modernitenin öteki yüzüdür Rosa. Olmayacak olandır. Yok artık denilendir.

İşin aslı, Sevgi Soysal’ın kadın kahramanlarına yaşamsal bir an ve mekan oluşturacak farklı bir tınıya sahiptir.

 

Rosa’yı, Rosa’nın asıl kahramanı olan Sevgi’yi, kırık hayatlarımızdaki afyonlu gerçekle söylemek gerekirse çok özlüyoruz. Ancak bununla yetinmiyoruz… Bununla yetinemeyiz artık. Bir şeyler yapmalıyız.

19. yüzyılda, tekstil sektöründe çalışan kadınların hak ve özgürlüklerini arama yolunda başlattıkları ivme bugün bizleri bambaşka bir gerçekle buluşturuyor. Savaşın ağırlığını yeryüzünde bir kez daha hissettirdiği bu dönemde, 2022’nin 8 Mart’ından, önümüzdeki nice 8 Mart’a taşınacak sözler arasında en belirgin olarak öne çıkan, kim ne derse desin, artık dünyanın bu süfli rezillikleri kaldıramayacak halde olduğudur. Patriarkal sistemin kötülüğü pompalayarak kendini var etme yolundaki içler acısı ve lime lime olmuş çabasını kahırlı bir bellekle seyretmekten yorulanlar için, olsa olsa, farklı cümlelerin sesinin duyulma zamanıdır-artık.

 

***

 

Bu sayımıza kadın dedik. Kadına gelip kadından yansıyacak olanlara bakmak istedik. Önümüzdeki sayı ‘yeni’ diyoruz. Yeniyi bir iyilik timsali olarak görmek yerine her haliyle, belki de Tante Rosa’nın gözleri eşliğinde (ama kendi hipermetropluğumuzu ve miyopluğumuzu da işin içine katarak) mikroskop altına almak istediğimiz aşikârdır.