Öncelikle bir kedi olarak bana bu yazıyı yazma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Yaşımı sormayın bana. Çok küçükken geldim bu eve. Anne, baba ve bir de kızları var. Hee bu arada, adım Balım (Pek de kafiyeli oldu. Adım Balım.) Bu ismi evin küçük hanımı istedi. Hoş, sözümona kura çekilişi yaptılar da öyle belirlendi adım. Evin babası, “Zeytin”; evin annesi, “Fındık”; küçük hanım ise “Balım” diye tutturdu. Kura çekelim, dediler. Tesadüfe bakın ki küçük hanımın sevdiği “Balım” ismi çıktı kuradan. Çok sonra öğrendik, evin babasının üçkağıtçılık yaptığını ve kura çekilişindeki üç kağıda da “Balım” yazdığını. Canım babam – kalp – ben.
Çok şükür ki seviyorlar beni; fakat vakti zamanında bir pundunu bulmuştum da kapısı açık balkona çıkıp, yaramaz bir sineğin peşine takılmıştım. Namussuz o kadar sinir bozucuydu ki tek derdim onu yakalamak oldu. Bir de her zaman dört ayak üzerine düşme efsanesine kapılmıştım.
Önce uçmanın keyfine vardım. Dört kat aşağıya uçmak… Çok kısa bir süre de olsa, müthiş bir deneyimdi. Toprak ananın bana bu kadar sert davranacağını bilemezdim tabii. Belimin ağrısıyla sesim bile çıkmıyordu. Çok sonra düştüğümü fark ettiler. Balkondan bir çift gözün bana baktığını fark ettim. Babamız koşa koşa yanıma geldi. Ağzımdaki kan, hepsini ürkütmüş olacak ki acıyan gözlerle baktılar bana. Evin küçük kızı ağlamaktan bitkin düştü. Neyse ki apar topar bir veterinere götürdüler. Belim kırılmamıştı; ama sinirlerim zedelenmişti. Ne yaptılarsa bir türlü düzelemedim. Günlerce uğraştılar. Avrupa’dan krem sipariş ettiler. Annem her gün o kremlerden sürdü. İyi geliyor diye, uzun bir süre küvete su doldurup bana egzersiz yaptırdı. Anaların hakkı ödenmez. Normalde dört ayak üzerinde yürüyorum; ama ne zaman babamız elektrikli süpürgeyi açsa, korkumdan, oda oda kaçıyorum. İşte bu hallerimde arka ayaklarım ön ayaklarımın hızına yetişemediği için bedenimin peşi sıra sürünüyorlar.
Uykumda çiş de kaçırıyorum ara sıra. Sağ olsunlar bir gün bile “Öff” demediler. Hâlâ bakıyorlar bana. Bazı sahipler, sonsuza dek uyutuyorlarmış bu durumdaki hayvanları. Bu nedenle çok seviyorum bizimkileri.
Bana arkadaş olsun diye Dobby adında minik bir erkek kedi aldılar. Minikken çok sevimliydi. Büyüdükçe gözü dönmeye başladı. Ne zaman boşluğumu yakalasa ensemi ısırmaya çalışıyor. Deli mi ne! Neyse ki o esnada çığlık atıyorum da babam, hemen yetişiyor da kurtarıyor beni ondan. Aslan babam benim. İşe gidince odalarımızı da ayırıyorlar ki ensemi ısırıp canımı acıtmasın.
Tek sıkıntım, şu bahar günlerinde, dışarıya çıkamamak. Evde tıkılıp kaldım. Hoş, bu da benim yüzümden. Bir gün balkonun kapısını açık oluşunu fırsat bilip giriş katındaki evden dışarı kaçtım. Dört beş gün dönmemiştim geri. Mart ayıydı sanırım. Ne hikmetse eve gidesim gelmedi. Babamız ve evin kızı, günlerce beni aradılar. Her yerden bana seslenişlerini duyuyordum:
Balıııııııım…
Balıııııııım…
Umutlarını yitirmeden beni arıyolardı. En sonunda çıkıp geldim. Hepsi mutfaktaydı. Küçük kız beni görünce gözlerine inanamadı. Ben zılgıt yiyeceğimi düşünürken hepsi bağrına bastı. Yaş mamalar almışlar, tavuk pişirmişler. Hatta yemek sonrası dondurma bile verdiler; ama bir daha evden çıkmama izin vermediler. Ne yaparsın işte, böyle karşılıksız sevgiye bin muhteşem bahar feda olsun.