İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sanat ve Kültür Yönetimi son sınıf öğrencisi. Kültür politikaları ve savunuculuk başta olmak üzere; çağdaş sanat, ekoloji, toplumsal cinsiyet eşitliği, aktivizm ve bunların kesişimleriyle ilgileniyor. Mezun olduktan sonra kültür politikaları alanında akademide kalmayı ve aynı zamanda araştırmacı gazeteci/yazar olarak yayınlar yapmaya devam etmeyi hedefliyor. Kültür Gündemi isimli haftalık kültür-sanat gelişmelerini derlediği bir e-bülten projesi yürütüyor.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Kültür Politikaları Çalışmaları geçen şubat ayında “Ekolojik Dönüşüm için Kültür ve Sanat” başlıklı yıllık raporunu yayımladı. 2019 yılında 16’ncısı düzenlenen “Yedinci Kıta” temalı İstanbul Bienali’nden sonra yayımlanan rapor, ekoloji temasının İKSV’nin gündeminde yer edindiğine işaret ediyordu. Bir yandan da bu sene açıklanan festival ve bienal konularına bakıldığında, doğa temasının devam ettiğini görüyoruz. Örneğin 5. İstanbul Tasarım Bienali, “Empatiye Dönüş” teması ile kaçınılmaz iklim krizine farklı araçlar ve yaklaşımlar sundu. 17. İstanbul Bienali’nin küratoryal teması ise “Kompost” olarak belirlendi ve ekolojik yaklaşım sinyallerini verdi.

İKSV’nin bu yaklaşımı pek çok kesimce çeşitli sebeplerle eleştirildi. Haklı temellere dayanan eleştirilerin bulunmasına rağmen İKSV, bu perspektifi gündeme alarak yeni bir tartışma alanı yarattı. Türkiye çağdaş sanat dünyasında ekoloji temelli tartışmalar ağırlıklı olarak sivil inisiyatifler ve sanat kolektifleri bağlamında gerçekleşiyordu. Günümüzde ise görece büyük sanat kurumlarının bu alanda adımlar atmaya hazırlandığını görüyoruz. Yeni ekoloji perspektifini doğrudan İKSV’ye atfetmek benim bağlamımı aşar diye düşünüyorum fakat konuyu gündeme taşıyarak önemli bir adım attığını söylemek mümkün. Aynı zamanda ekoloji odaklı çalışmalarla kültür-sanat sektörünü bu alana yönlendirmeye teşvik ediyor diyebiliriz.

Türkiye’de yeni filizlenen kültür ve ekolojik dönüşüm tartışmaları aslında dünya gündeminde bir süredir güncelliğini koruyor. İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları’nın hazırladığı bu rapor da, dünya gündeminden kesitler sunuyor ve birtakım pratikleri özetliyor.  Rapordan aldığım ilhamla bu yazıda, kültür-sanat sektörünün ekolojik dönüşüme nasıl yaklaştığına dair bir konuşma başlatmayı amaçlıyorum.

 

Kültür-Sanat Sektörünün Karbon Ayak İzi

Basitçe tanımlamak gerekirse karbon ayak izi; insanların kullandıkları ürünlerle ve yaptıkları ile çevreye, doğaya verdikleri zarardır. Bireysel, toplumsal veya kurumlar özelinde hesaplanabilen karbon ayak izi, doğaya karşı sorumluluğumuzu temsil eder. Giderek etkisini daha çok hissettiğimiz iklim değişikliği krizinde de, her sektörün elini taşın altına koyması gerekmektedir.

Kültür-sanat sektörü, ekonomik hareketlilik anlamında da oldukça önemlidir. Sanat sektörü satışları 2020 yılında tahmini olarak 50,1 milyar dolar tutmaktadır.[1] Buna karşılık, ekonomik kapasitesi yüksek sektörler giderek sürdürülebilir çözümlere yönelirken, küresel sanat pazarı iklim acil krizi için yeterli eforu harcamaktan uzaktır. Sanat dünyasının küresel karbon ayak izinin gösterge niteliğinde bir tahmini, yılda 70 milyon ton karbondioksit (CO₂)düzeyindedir.[2] (Bu ortalama bir ülkenin yıllık karbon emisyonuna karşılık gelir. Dünya sıralamasında en çok karbon emisyonuna sahip 15’inci ülke olan Türkiye’nin yıllık karbon emisyonu yaklaşık 500 milyon tondur.)[3]

Kültür-sanat sektörünün karbon emisyonu miktarının başlıca sebeplerini iki başlık altında inceleyebiliriz: Enerji tüketimi ve lojistik/seyahat maliyetleri.

Enerji tüketimi başlığı altında en önemli konu ise mekânların tükettiği enerji miktarı ve bu enerjinin yenilenemez kaynaklardan tedarik ediliyor olmasıdır. Yukarıda bahsedilen 70 milyon ton CO₂’in 16 milyonu sanat galerilerinin, sanatçı stüdyolarının ve sanat fuarı mekânlarının enerji ile ilgili emisyonlarından geldiği tahmin edilmektedir. Bu bağlamda en büyük sorunu, uluslararası sanat fuarları ve bienaller gibi geniş ve çoklu mekân kullanan organizasyonlar oluşturur.

Bienal Vakfı yakın zamanda yaptığı bir sayımda, iki yılda bir kendi sanat etkinliklerine ev sahipliği yapan 270’ten fazla şehri listeledi.[4] Bienal Vakfı’na kayıtlı olmayan bienalleri de düşünürsek bu sayı 300’ü rahatça geçiyor. Bu, dünya çapında uluslararası sanatseverlerle dolup taşan, bir dizi el çantası, basılı sergi malzemesi ve sürekli artan uçuş milleriyle donanmış şehirler ve şehirlerde sayısız mekân anlamına geliyor.

2020 Sanat Piyasası Raporu’nda uluslararası düzeydeki 365 sanat fuarından bahsediliyor. Ancak raporda, bu sayının analizlerinin kapsamını belirttiği vurgulanıyor. Gerçekte kaç tane fuar var, belirsiz.

Dünya Kurumları Neler Yapıyor?

Museums For Future. Kaynak: https://museumsforfuture.org/ 

Dünya kurumlarını incelediğimizde kültür-sanat sektöründe çevreci politikaların giderek daha çok yer aldığını görüyoruz. Galeriler ve müzeler, ekolojik dönüşümlerini yayımladıkları manifestolar ve ekolojik çerçeveler aracılığıyla taahhütler belirliyor ve hedeflerini kamuyla paylaşıyor. Global sanat dünyasında önde gelen kurumlardan örnek verecek olursak;

  • Tate Modern’in direktörü Frances Morris, sürdürülebilir değişimlere gidileceğini belirtti.
  • Londra’daki Serpentine Galleries, 50’nci yılında iklim değişikliği aciliyetini görmezden gelemeyeceklerini açıkladı.
  • Londra’daki Horniman Museum and Gardens ekolojik bir acil durum ilan ederek, iklim eylemini nasıl savunacağını ve kendi çevresel etkisini nasıl azaltacağını ayrıntılı şekilde açıklayan bir manifesto yayımladı.
  • Müzayede endüstrisinde bir ilk olarak, Christie’s 2030 yılına kadar net sıfır karbon emisyonuna ulaşmayı taahhüt etti.

Ne var ki paylaşılan bu taahhütler kurumlar arası rekabetin bir oyuncağına dönüşürken vaat edilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmeyeceği belirsizliğini koruyor. Bütün bunlar, kurumların yeşile çalma (Greenwashing) politikasının bir parçası mı? Onu da ayrıca incelemek gerekiyor.

Bienalleri ekolojik dönüşüm adımları bağlamında inceleyecek olursak, karbon ayak izini azaltma konusunda adım atan bienal sayısının az olduğunu görüyoruz. Öte yandan, bienallerin kavramsal çerçevelerini incelersek, ekoloji temasının yükselişte olduğunu söylemek mümkün.

Örneğin, bu sene ilk defa yapılacak Helsinki Bienali, çevre ve sanatın kesiştiği noktada önemli bir adım olarak görülüyor. Vallisaari Adası’nda 12 Haziran-26 Eylül günleri arasında gerçekleştirilecek olan bienal bugüne kadar düzenlenen bienaller arasında çevreye en duyarlı olma taahhüdünde bulundu.

Bu senenin teması olarak belirlenen “The Same Sea” ile kırktan fazla sanatçı ve kolektifin çalışmaları sergilenecek. Ancak bienal sırasında adadaki alanın sadece yüzde 20’si kullanılacak ve sanat eserleri de mevcut rotalar üzerine yerleştirilecek. Böylece adadaki biyolojik çeşitliliğe zarar verilmeyecek.[5]

İklim krizinin aciliyetine karşılık sanat dünyasında kurulan koalisyonlar ve ağlar da oldukça önem taşıyor. Örneğin, sanat alanında çalışan bir grup galerici ve profesyonel, büyüyen iklim krizine anlamlı ve sektöre özel bir yanıt geliştirmeyi amaçlayan kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Galeri İklim Koalisyonu’nu (Gallery Climate Coalition) başlattı.

Gallery Climate Coalition. Kaynak: https://galleryclimatecoalition.org/ 

Galeri İklim Koalisyonu, Ekim 2020’deki lansmanın ardından önümüzdeki on yıl içinde (Paris Anlaşması uyarınca) karbon emisyonlarını toplu olarak yüzde 50 oranında azaltma hedefine ulaşmak ve sıfıra yakın atık uygulamalarını teşvik etmek amacıyla galerileri, sanat çalışanlarını ve sanatçıları aksiyon almaya çağırıyor.

Örnekleri çoğaltmak mümkün, zira bu konuyla ilgiliyseniz festival organizasyonları için kurulmuş “A Greener Festival” ve üye kurumlarını inceleyebilirsiniz. Onun haricinde, Julie’s Bicycle’ın hazırladığı rehberler ve yayınlar da oldukça faydalı olacaktır.

Yeterli mi?

Cevap oldukça basit, hayır. Ancak iklim krizi söz konusuyken herhangi bir uygulamanın yeterli olmasından söz edilemez. Tüm dünya vatandaşları üzerilerine düşen sorumluluğu üstlense ve birdenbire tüm kuruluşlar bu alanda çalışmaya başlasa bile, iklim krizi şu aşamada ne kadar engellenebilir bilmiyoruz. Buna rağmen atılan her adım önem taşıyor. Dolayısıyla sanat kurumlarının bu konudaki çabalarını görmek de umut verici.

Türkiye’de bu konuda hiç mi adım atılmadı diye sorarsanız, yeni filizlenmeler olduğunu söyleyebilirim. Kurumsal taahhütler ve kapsamlı dönüşüm hedeflerinden henüz söz edemesek de, bazı girişimler söz konusu.

Örneğin, Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, 2008 yılından bu yana, sürdürülebilirlik kavramının ve birbiriyle etkileşim içinde olan sistemik sorunların daha iyi anlaşılmasını sağlarken dünyanın farklı bölgelerinden topladığı hikâyelerle yeni bir yaşam kültürünün oluşmasına ilham veriyor, etki odaklı seçkisiyle izleyiciyi dönüşüm için harekete davet ediyor.

Benzer şekilde Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Film Festivali, ekolojiyi odağına alan bir film festivali olarak bu sene (2021) sekizinci kez gerçekleştiriliyor.

Farklı pratiklerin araştırma ve üretim süreçlerini desteklemek ve disiplinler arası etkileşime zemin yaratmak amacıyla kurulan uluslararası konuk sanatçı programı Gate-27, sürdürülebilirliğe ve küresel ekolojik krize hitap edebilecek yaratıcı çözümler üretmeye adandığını beyan ederek, sürdürülebilirliğe odaklanan yaratıcı oluşumlar arası dünya çapında bir ağ olan Green Art Lab Allience’a (GALA) geçen haziran ayında üye oldu. Böylece,  GALA’ya ilk kez Türkiye’den bir kurum dahil oldu.

Sanat inisiyatiflerinde ekolojik eğilimlerin giderek yaygınlaştığını söylemek de mümkün. Bir Buçuk Kolektifi, Sub, Are Projects ve Project Encountered ekoloji konusunda üreten ve dönüştüren inisiyatiflere örnek olarak verilebilir.

Kısaca, Türkiye’de de bu alana eğilimlerin olduğu söylenebilir ama dünyadaki örneklerle karşılaştırıldığında taahhüt edilmiş bir hedef veya çerçevelendirilmiş bir aksiyon planını henüz göremiyoruz. Bununla beraber, İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları’nın “Ekolojik Dönüşüm için Kültür ve Sanat” raporunun sanat dünyasındaki ekolojik yönelimleri daha görünür kıldığını düşünüyorum. Ekoloji alanında katedilmesi gereken daha çok yolumuz var. Bu alanda yapılan çalışmaların yaygınlaşabilmesi için tanınmaları ve görünürlüklerinin artması, diğer kurum ve oluşumları da teşvik edecektir. Bu sebeple, kültür sanat alanında ekolojik öncü olan kurumları fark etmek, desteklemek ve işbirlikleri kurmak oldukça önemli olacaktır.

 

 

[1]Art Basel (2021). “Art Market Report 2021”.https://www.artbasel.com/about/initiatives/the-art-market

[2] Julie’s Bicycle (2021). “The Art of Zero”. https://juliesbicycle.com/news/the-art-of-zero-report/

[3]Turkish Greenhouse Gas Inventory report [TÜİK rapor]”. Türkiye İstatistik Kurumu (İngilizce). Nisan 2021

[4]https://news.artnet.com/sustainability/helsinki-biennial-climate-1948199

[5]https://news.artnet.com/sustainability/helsinki-biennial-climate-1948199