Aslında bu benim tarifim değil, Zuhal Hanım’ın tarifi. Adı da potpuri reçeli. Eskiden çok meşhurmuş bu sözcük. Potpuri deyince akan sular dururmuş. Öyle diyor. Yaşlanmak bazen kelimelerle oluyormuş. Kelimelerle de gençleşiyormuşsun. Bana sorup duruyor. Benim dilim başka demiyorum. Öylece bakışıyoruz.
Neyse tarife başlıyorum: Evde ne kadar meyve varsa bir tencereye doğruyorsunuz. Şeftali, kayısı, incir, armut, kırmızı erik, kiraz. Anlaşılan yaz! Malzemenin üzerini örtecek kadar da şeker koyuyorsunuz. Bir gün bekletiyorsunuz. Bir gün sonra güle oynaya kaynatıyorsunuz. Kaynarken köpüklerini alıyorsunuz. Sabır! Yaklaşık bir saatte hazır oluyor. Son beş dakikada yarım limon sıkıyorsunuz. Zuhal Hanım’ın dediğine göre su ilave edilmiyor bu potpuriye, kendi suyuyla pişiyor. Sonuç ise şahane. Afiyet olsun diyor Zuhal Hanım. Ben de denedim. Dediği kadar var.
Ortak dil, bu değilse nedir…
Hem bana, bize göre hava hoş. Biz kediler malumunuz… Siz düşünün!
Kitap içinse Lars Svensen diyeceğim. Zuhal Hanım şu ara onu okuyor. Arada bana da okuyor. Çok anlaşılır cümleler var. Felsefeden korkmamak lazım! Biraz da bu yüzden Murat Erşen’in dilimize kazandırdığı Özgürlüğün Felsefesi kitabını öneririm de öneririm. Bu gezegendeki herkes özgür olma çabasına girerse, suya, erimeye, buluşmaya bile gerek kalmadan, lezzetli bir biçimde kavuşuruz. Adına da potpuri deriz, olur biter. Zuhal Hanım güzel güzel güler şimdi.Güzel insandır Zuhal Hanım. Güzel notaların insanı. Bir şarkı biter yeni bir şarkı başlar der. Potpuri biraz da budur dercesine…Hayatı işaret edercesine.
Dediğim gibi bana, bize göre hava hoş. Siz düşünün.