Herkes beni arıyor. En son bir otobanın kenarındaki korkuluklara yaslanmış halde görmüşler. Üstümde kapüşonlu bir mont varmış, demire nasıl yapıştıysam iki elimle, ikisi de orada kalmış. Haberde yüzüm gözükmüyordu ama adım ve şecerem verilmiş. Okuduğum okul, yaşım, ailem, yaşadığım yer, çalıştığım iş… Hepsi tek tek anlatılmış. Birileri aynı otobandan geçerken hah bu o demiş olacak ki, kameralarına sarılmışlar. Ben orada korkulukla yekvücut olmuş bir halde poz veriyormuşum gelene geçene. Ama bir türlü en seksi açıyı tutturamamışlar. Keşke o kadar hız yapmasalardı, eh aniden durup beni en uygun pozisyona sokacak da değiller. Ellerinden bu kadarı gelmiş işte, onlar da olmasa şu yedi yüz elli metre karelik alanda nerede bulacaklardı beni? Fakat anlamadığım; biri beni o karede dondurup ve benim ben olduğumdan, yani bulunduğumdan emin olduğu halde neden aramaya devam ettikleri. Öyle ya birileri çıkmış arayan bulur tezini çürütmüş, geçip giderken şak diye görenler bulur demiş; çektikleri görüntüyü bir haber sitesine vermişler, hah bakın bu o diye manşetler atılmış ama gelin görün ki yine kocaman alanda arama çalışmaları devam ediyormuş.
Haberi okurken Ovacık karakolunda postal darbesi yemekten ayakta zor duran o kediyi hatırladım. Bir deri bir kemik kalmış bedenini taşırken toprağa toplu iğneyle kaplıymış gibi tedirgin adım atışlarını, bir helal süt emmiş yok mu beni buradan kurtaracak der gibi paçama sürtünüşünü… Ben o gün o kediciği nasıl oldu da kurtaramadıysam…
Şışşt kız kardeşim, sakın kendini suçlama; şurada biz bize konuşuyoruz. Madem sen açtın içini, ben de döküleyim. Ona bakarsan beni de en son minibüste görmüşlerdi; Ankara’da bir kış akşamı, nereye gidiyor olabilirdim ki? En son kimle mesajlaştığım, üzerimde ne renk kaban olduğu, okuldaki başarılarım, beni o yol kenarındaki tarlaya götüren o adam… Ben de senin gibi gerisini hep yazılan, çizilen, anlatılanlardan öğrendim. Tanıklar da vardı canım; seninki gibi tesadüfen oradan geçen arabalılar değil, o akşam o minibüste olanlar… Anlatmışlar işte yarım yamalak bir şeyler. Çok üstünde durmadım; annemle babamdaydı aklım, kardeşim günlerce kapandığı o odadan çıkmış mıydı? Bunları yazmıyorlar haberlerde; eh evet, haber metinleri hep böyle.
Aa bakın ben sizden biraz daha torpilli sayılabilirim o halde. Çünkü bende şaibe yok, her şey kısacık bir anda oldu bitti. Bir kalbe bir karnıma, tak tak, işlem tamam. Müzmin dalgınlığımın bir gün ensemden yakalayıp beni hayatın öte tarafına fırlatacağı aklıma gelmezdi. Evin anahtarını diyorum canım, o gün unutmasaydım; kardeşimi atsana şunu pencereden aşağı diye aramasaydım; bekleyişin en küçük kristallere ayrıldığı o an belki de hiç yaşanmayacak; ben kuğu gölünün en güzel kızı olarak hafızalara kazınacaktım. Sahnede olmak sevilmez mi canım. Kendime kurduğum o efsunlu dünyada, o gölde ne güzel süzülüyordum, görmeliydiniz.
Niye öyle bakıyorsun hocam?
Hiiç, sen benim öğrencim olsaydın ben seni koruyabilir miydim diye düşünüyordum galiba. Birbirimizi korumaya koşullandığımız bir anda ben de aranıza ansızın katılıvereceğimi bilmeden bunları çok düşünürdüm yani. Eh o zaman serde idealist hukukçu olmak vardı; ama böyle dalga geçecekseniz hiç konuşmam. Biliyorum canım beni değil, hukuk(çu) deyişimi sarakaya alıyorsunuz; haksız da değilsiniz. Ne bileyim inanıyordum ben öğrencilerime. Galiba insanın gücüne giden o; sevdiklerinin kıyması, bir anda gözden çıkarması, gözünü karartacak kadar yok etme arzusu, şehveti, dehşeti artık ne derseniz deyin. O gün odama girdiğinde anlamamıştım; hâlâ da buradan bakınca bir anlam veremiyorum ya; en çok kanıma dokunan, arkamdan attıkları iftiralar oldu, üstelik o pislik avukat da kendine hukukçu diyor değil mi, ne yazık. Oysa eskiden iftira da bir suçtu: TCK’da 267. maddede yeri vardı ya o açıdan dedim, laf olsun diye yani.
Aaay; ayol başlatmayın TC’nize de K’nize de. Eğer senin dediğin gibi hukuk falan olsaydı anacım, boğazıma caart diye bıçakla imzasını en derininden çakıp giden o şerefsize bir ceza verirlerdi. Ayol Avcılar’da her yer inşaat kaynıyor, bekçi sayısı desen sokak köpeklerinden fazla yeminle. Böyle şakır şakır kan akıyor boğazımdan; ama kuyruğum dik; inadıma ölmeyecem diyorum. Bir güç veriyor Allah o sırada herhalde; valla sürüne sürüne gittim o bekçinin yanına. Beni bıçakladılar koçum dedim; kurtar gözünü seveyim. İnsan bi telaş eder di mi, kan falan görünce yüzü ekşir bir tiksinir en azından; bu götüme başıma bakıyor. Amım mı var sikim mi; ayol ölüyorum diyorum, organ bağışı yapmaya gelmedim herhalde. Diyorum dediğime bakmayın, kurban pazarından kaçmış kınalı kuzu gibiyim be, yazık değil miydi bana? Allah sizi inandırsın elimden bile tutmadı, ööle mal mal baktı. Canım siz de saf mısınız nesiniz; burada olduğuma göre neyin sonunu merak ediyorsunuz? Hadi kalkın el el üstünde el göt üstünde oturmakla zaman geçmez, önce günlük sporumuzu yapacağız, sonra da her zamanki ritüelimizi.
İstediğiniz kadar burun kıvırın bakın göreceksiniz, bir gün bu hep birlikte başlarına yağdırdığımız taşlar yıldırıcı olacak, biz buradan kız kardeşlerimiz aşağıdan çalışıp el birliğiyle temizleyeceğiz buraları. İster birinin alnının ortasında açtığımız gedikle ister beyinciğine bir darbe etkisiyle… Artık orasını bizim genel merkez halleder, biz şimdilik şuradan şu taşları yağdıralım da böyle geniş geniş gülüp, bacaklarını yaya yaya oturmaya, ellerindeki kanı ona buna bulaştırmaya devam etmesinler. Aa hadi ama, kalkın. Taş atın da kolunuz yorulsun azıcık; nasıl çil yavrusu gibi kaçıştıklarını seyredip, aramızda eğleniriz belki. Bakın ilk taşı ben atıyorum; hem de sözüm ona dikkat çekmeye çalışan ama mevzuya girerken; akşam saatlerinde içkili olduğu gözlenen kadınlar diye senden benden bahsedenlerden başlayarak. Hadi sıra sizde, bakın buradan nasıl da net görülüyor herkes. Kuş bakışı dedikleri bu mu yoksa gacılar? Tüüü, tüü… Bizim küfrümüz de tükürüğümüz olsun be, bu salaklar nasılsa anlamaz, tepelerine kuş sıçtı sanırlar. Şışşt, sen, hey gözümün içine baka baka soyan, her konuda sözümü kesip, parmağını sallayan çok bilmiş dallama, burdayım bak lan. Tüüüü senin sıfatına, tüüüüüüü!
“Ağıt Sayaç” öyküsü Kesekli Tarla kitabından alınmıştır.