Her gün aynı saatte uyanırdı, artık uyanmıyor. Emeklilikle birlikte güneşin evi aydınlatması ile uyanmayı öğrendi. Akıllım bunu özgürlük sayıyor. Sonra şükür secdesini yapıyor. Arkasından kültürfizik. Her gün belirli bir mesafeyi yürüyor buna da timing yaptım geldim diyor. Biz anlıyoruz onun dilini, evde bir misafir varsa açıklamak için yürüdü geldi diyoruz. Yeri gelmişken söyleyeyim, misafir, yağmur, fırtına hatta sokağa çıkma yasağı onu bu rutininden asla vazgeçiremiyor. Eskiden yarım saatte yürüdüğü yolu artık bir saatte yürüyor ama hedefine ulaşmadan asla eve gelmiyor. Avcı bir kuş gibi gözleri ile devamlı bir şeyler arıyor. Fotoğraflıyor, hikâyesine atıyor. Kahvaltı için yolda avladığı ganimetleri bizimle paylaşıyor. O gün için artık bahtımıza ne çıktıysa ya hoşsohbet bir simitçinin tezgâhında kalanlar ya da taze ekmek kokusuyla geçtiği sokağı kokutanlar sabah soframıza eşlik ediyor.
Kahvaltıda konuştuklarına çok dikkat etmen gerekiyor. Ezkaza bir şeyin alınmasından bahsedecek olursan günün seyrine yön verebiliyorsun. Hem kendinin hem de onunkinin. Eğer marketlerde satılan bir şeyin alınmasını ağzından kaçırdıysan şanslısın. O gün oryantiring var. Hedef belirlendi, rota çizildi. Market market gezilecek, o evde eksik olan her neyse, bütçeye en uygunu neredeyse alınacak. Bu tip alışverişleri kendi başına hallediyor hatta kimseyi de yanına almıyor ki ayak bağı olmasın, marka konusunda tercihinde özgür olmak istiyor. Ayrıca, bunu da torunlara aldım fırsatçılığı ile dolabını tatlı ile doldurmasına engel olunsun istemiyor. Ama kahvaltıda marketlerde değil de arabayla gidilmesi gereken bir şeyin alınmasını veya yapılmasını ağzından kaçırdıysan yandın. Bu sefer senin de hiç planlamadığın şekilde gününün akışı değişebiliyor. Çünkü bunu kendi başına yapamıyor, araba lazım. Daha doğrusu araba var, şoför lazım. Kendini nasıl olduğunu anlamadığın bir şekilde apar topar kahvaltı yapıp bir AVM otoparkında arabaya yer ararken bulabilirsin. Alınacak olanlar torunlara ise en iyisi, başkasına ise en ekonomik olan neyse alınıp çıkılıyor. Hazır çıkmışken şunu da halledelim deme lüksün yok, o da başka sefere, parasızlıktan da değil, zamansızlıktan. Yani o öyle söylüyor da biz asıl sebebini biliyoruz. Tüm malzemeyi bir günde bitirmek istemiyor. Yarına da yapılacak bir şeyler kalsın istiyor.
Öğle saatlerini macera dolu geçirdikten sonra bir şeyleri aradan çıkarmış olmanın rahatlığıyla artık dinlenmeye geçiyor. Gazete mütalaası sonrası bilgisayarının başına geçiyor. Süreye basıyor, iki saat. Ne daha az ne daha fazla zaman geçiriyor ekran karşısında. Ve sonra gün onun için artık bitiyor. Planlanmadan geçen zaman yaşanmadan geçti sayıyor. Öyle sanıyor. Birilerini arıyor, muhabbet ediyor. Çaya kahveye çağırıyor. Kapı kapı dolaşmaktansa herkes ona gelsin istiyor. Birine gidecekse en az birkaç gün önceden haberleşmek gerekiyor. Kerahat vaktinde evde olması gerekiyor çünkü. Bir kadeh rakısını içmezse o günün ibadeti eksik yapılmış hissediyor.
Yeniliğe kapalı olduğundan değil de rutini kaybetme korkusu diyelim onunkisi. Sanki ne kadar basit yaşarsa o kadar ayakta kalacak. Gözü kapalı yaptığı her şeyden enerji tasarrufuna gittiğini düşünüyor. Hâlbuki zaman öyle de geçiyor böyle de geçiyor. Ne eksik ne fazla yaşamın kıyısında gezinip duruyor. Bak kuşlara diyeceğim tutuyor bazen. Uç uçabildiğin kadar uzağa, gör, yaşa hayatının geri kalanını. Kendini mutlu etmek için kafesini küçük tutana saygımdan susuyorum. Geri çekiliyorum. Balkonun pimapenleri diyorum, cam balkona mı çevirsek. Kafeste bülbül taklidi yapan kartalın oyununa dahil oluyorum. Kafesini parlatmaya çalışıyorum.