1986 İstanbul doğumlu. TFF Meral Celal Aras Spor Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapıyor. Çocukluğunda babasının işi nedeniyle İstanbul, Ankara ve Giresun şehirlerinde geçirdi. Lise eğitimini Görele Anadolu Lisesi’nde, lisans eğitimini Uşak Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde, tezsiz yüksek lisans eğitimini de Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde tamamladı. 2021 yılında 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nde Şahsiyet dergisinin düzenlediği öykü yarışmasına katıldı ve “Beter Böcek” adlı öyküsüyle Mansiyon Ödülüne layık görüldü. 2022 yılında ise Dedektif dergisinin düzenlediği polisiye öykü yarışmasında dereceye girdi. Finalistlerin öykülerinden oluşan kitap “Dönüşüm” adıyla basıldı. Ayrıca yine 2022 yılında Büyüteç Atölye'ye katılan arkadaşlarla kolektif öykü kitabı çıktı. Evli, sekiz yaşında bir kızı ve yedi aylık bir kedisi var.

Ayşe Kadın’ın evden çıkmak için hazırlandığını fark eden Nihal, kocasına hazırladığı kahvaltıyı yarım bırakıp koşa koşa yukarı çıktı, odanın kapısını sertçe açtı: “Oğlum kalk, babaannen yine gidiyor, eşlik ediver.” Ali sırtını kapıya döndü, uyumaya devam etti. “Ali dedim, kalk hadi.” Bu sefer oflayarak yorganı kafasına kadar çekti. Nihal bu görüntünün üstüne “Aliiiii!” diye öyle bir cırladı ki mahalledeki tüm Aliler uyandı. Tekmil Aliler yerinden zıpladı, torun Ali de hızlı hareketlerle yataktan kalkmaya çalıştı. Beceremedi. Önce ayağı yorgana dolandı, bir süre debelendi durdu örümcek adamın ağlarında. Yorgandan kurtulmak için sert bir hareket yapınca da kırkyama halının desenleri arasında kayboldu. “Ne hastalıkmış bu be, git gel aylardır iyileştiremedik.” 

“Söylenmeyi bırak da babaannene yetiş.”

Yaklaşık on dakika sonra babaanne torun mahallenin yollarını arşınlamaya başladı. Önde üçayaklı bastonuyla yaşından beklenmeyecek atiklikte Ayşe Kadın, arkada suratı sirke satan, ayağını sürüyerek ilerleyen Ali yürüyordu. Önce Sıdıka Ebe’nin evinin önünden geçeceklerdi; ebe, kocası ve torunları Eymen çardakta kahvaltı yapıyordu. “Buyurun gelin, çay içelim.” “Yok ebanım, size afiyet olsun.” cevabı verirken bile hızlı hızlı adımladığından sohbetin uzamasına fırsat vermedi Ayşe Kadın. Sıradaki kapı Dul Hatice’nindi ve kadın yine avluyu süpürüyordu. Ayşe Kadın’ı görünce bir iki dedikodu yetiştirmese rahat edemezdi. Yetiştirdi, rahatladı. Ayşe Kadın’ın mahallede hassasiyet gösterdiği tek komşusuydu, sessizce dinledi anlattıklarını. Ali içinse hepsi lüzumsuz bir zaman kaybıydı. “Hadi babaanne, hadiii.” 

“Sus bakayım sen, büyükler konuşurken lafa girilmez.” Bu sırada lafın sonuna ulaşmıştı Hatice. 

“Bir çay koyayım Ayşe Teyze, oturun iki dakika, kaldık böyle ayakta.” 

“Yok kızım, fazla oyalanmayalım. Hadi kal sağlıcakla.” 

Sokakta oynayan çocukların Ayşe teyzelerinin etrafını sarması, bakkaldan dönen komşu kızların Ali’yi biraz daha uzun görebilmek için Ayşe teyzeye sırnaşması, camiden çıkan eş dostun selamı sabahı derken sağlık ocağına varmaları nerdeyse bir saati buldu. Aile Hekimi Mehmet Bey, haftada en az bir kere görmeye alışık olduğu Ayşe Kadın’ı yine kapısında bekler görünce hiç şaşırmadı, aksine gülümsemesine bile vesile oldu bu durum: “Hoş geldin Ayşe teyze, şikâyetin nedir?” 

“Hastayım, şikâyetim bu.”

“Belli ki hastasın teyzecim, yoksa niye gelesin?” Yüzünde muzip bir gülümsemeyle devam etti sözüne: “Tam olarak sıkıntın ne bakalım?”

“Muayeneni et, sorunu bul hekim bey, hastayım işte.” Ali babaannesinden geri kalmayan aksi tavırlarıyla araya girmeden edemedi: “Dizleri sızım sızım sızılar ama çenesinin maşallahı var Mehmet abi.” Babaanne torunun sürekli atışmasına alışık olan Mehmet Bey kahkahayı koyverdi. Ali durulmak bilmedi ama, “Bence babam akıllı telefon almamalıydı babaanneme, her gece yeni bir hastalık buluyor kendine. Zaten internetin de maşallahı var, herhangi bir hastalık bulgusu yazmaya gör, kanser olduğuna inandırıyor seni.” 

“Allah korusun Alicim, kötü hastalık anmayalım.”

Kontroller bittikten sonra bir hastalık bulgusuna yine rastlamayan doktor, geçen ay olduğu gibi vitamin yazdı. Reçeteyi alan Ayşe Kadın peşi sıra torunu Ali, sağlık ocağından çıkıp hemen karşısındaki, köyün tek eczanesine gittiler: “Ooo hoş geldiniz.”

“Ne hoş geleceğim, eczaneye hoş sebeplerle gelinir mi hiç? Al bakalım reçeteyi, bu da kafa kâğıdı.”

“Teyzem ben sana bundan vereyim de devlet karşılamaz.”

“O nedenmiş, o?”

“Çünkü sende var, sistemden görüyorum.” Bunu duyan Ayşe Kadın hemen elini çantasına atıp telefonunu çıkardı. 

“Nihal ben eczanedeyim, odama çık, başucumdaki ilaçlarımı kaldır ortalıktan kızım, var diye yenisini vermiyorlar.” Konuşmaya kulak misafiri olan eczacı araya girip durumu izah etmeye çalıştı fakat keçiden beter inadı olan Ayşe Kadın anlamamakta ısrar etti. 

“Tamam, reçetenin üç gün süresi var, ilacın da iki güne bitecek, sen al ilacı. Reçeteyi ve kimliği bana bırak, ben halledeceğim. İki gün sonra Ali gelip alır kimliğini.” 

“He şöyle ne yoruyorsun burada yaşlı kadını.”

“Tabii, tabi onu da ben yaparım.”

Eczacının söylediklerinden memnun olan Ayşe Kadın torununu paylamaktan da geri kalmadı: “Sen yapacaksın tabii, torun olmak kolay mı, az yıkamadım boklu götünü.”

İlacı almış olmanın haklı gururuyla eczaneden çıkan Ayşe Kadın hoşuna gitmese de fırının önünden geçecekti, Allah vere de mendebur herif dükkânın önünde olmasa diye içinden geçirirken arkadaşlarıyla çay içen fırıncı Ahmet’i gördü. İstemediğin ot burnunun dibinde bitermiş.

 “Hayırdır Ayşe Kadın, yine hangi ölümcül hastalığı kapmışsın.”

“Akıl tutulmasına yakalanmışım ama endişe etme aklı olmayanlara bulaşma ihtimali yokmuş.” Ahmet aldığı cevapla renkten renge girdi. Ulan yaşlı kadın madara etti bizi, bu yetmezmiş gibi o sırada Fatma geçti önümüzden. Daha fazla ortalarda görünmek istemedi, “Ben ekmeklere bir bakayım da bizim çırak yakmasın.” Ali de babaannesi gibi kadınlara asılmakla nam salmış bu adamdan hiç hazzetmezdi. Babaannesinin onu yerin dibine sokmasıyla sabahtan beri asık olan suratı ilk defa tebessüme yer vermişti. 

Biraz daha ilerledikten sonra Ayşe Kadın’ın nefes nefese kalışından yorulduğunu anladı. “Babaanne gel şöyle, banka biraz otur da şu bakkaldan sana su alıp geleyim.”

“İyi madem bir tane de çikolata al.”

“Çikolata mı?”

“Evet, canım çikolata istiyor, olamaz mı?”

“Ne bileyim, babaanneler çikolata yer mi?”

“Niye yemesin, babaanneler insan değil mi? İki tane al hatta fıstıklı olsun.”

Bakkaldan çıkan Ali suyu ve çikolatayı babaannesine verip ilk gelen minibüsü durdurdu. Boş bir koltuğa kurulduktan sonra çikolatasını yiyip suyunu içen Ayşe Kadın halinden memnun görünüyordu. Arka koltuktan bir ses duyuldu: “İseyin beni indiriver oğlum!” Minibüsün durmasıyla Zarife -Ayşe Kadın’ın deyimiyle Bunak Zarife- ağır adımlarla kalktı yerinden. Ayşe Kadın’ın yanından geçerken de rahmetli kocasını kastederek, “Ali abiye selam söyle benden Ayşe,” dedi. 

Bunun üstüne kendini tutamadı Ayşe Kadın. “Artık onu yakın zamanda sen bizzat söylersin Zarife Kadın.” Yolcular lafı gediğine oturtmakta usta olan Ayşe Kadın’ın bu cevabıyla her zamanki gibi kahkahaya boğuldular. “Sapakta inecek var.” 

“İnecek yok devam et Hüseyin. Yukarıda ineceğiz.”

“Hayırdır babaanne, nereye gidiyoruz?”

“Bir dedene uğrayalım, rahmetli bizi andı herhalde.”

“Eve uğrayıp bir abdest alsaydık bari.”

“Ben abdestsiz zaten dışarı çıkmam, sen abdestsiz mi dolaşıyorsun bayırın adisi?”

“Yok babaanne, namaz abdesti için demiştim.” 

“Sen girme mezarlığa dışarıda bekle hatta eve git, ben kocamla hasbıhal eder gelirim. Edepsiz seni.”

“Sus babaanne ya, duyan da bir şey var sanacak.” 

Ali el mahkûm eve döndü. Zaten açlıktan da midesi kazınıyordu. Mutfağa girip kendine çay koyarken annesi geldi yanına. “Oğlum, babaannen nerde?”

“Dedemi ziyarete gitti.”

“Eee, niye yalnız bıraktın kadını?”

“Hasbıhal edecekmiş, beni postaladı.”

“İyi madem sen kahvaltını yap, toparla sonra mutfağı, ben temizliğe başlıyorum.”

Camlar, kapılar, avizeler derken dip bucak temizliğe girişti Nihal. Alt kat bitince üst kata, yatak odalarına yöneldi; eli hızlıydı ama artık yaş kırklara ulaştığından daha çabuk yoruluyordu. Kaynanasının odasına geldi sıra, aylar sonra ilk defa kapıyı kilitlemeden çıkmıştı Ayşe Kadın. Neyse ki bu odayı da enikonu temizleyebileceğim. Her zamanki gibi çok düzenliydi oda: başucunda lambası, yanında üstü peçeteyle örtülü su bardağı ve bir adet ilaç kutusu; ayakucunda muntazam katlanmış seccadesi, tespihi… Ama toz denilen şey, düzen, intizam dinlemiyor her yere sirayet ediyordu. Sanki haftalardır temizlenmemiş gibi köşelerde örümcek ağları bile vardı. Köyde yaşamanın eksileri bunlar, haşeratımız bolca mevcut. Camı silip halıyı süpürdükten sonra yatağın altını da silmek için eğildi. Bir ayakkabı kutusu denk geldi eline. Ne var ki bunun içinde, para olmadığı kesin! Kendi esprisine kendi güldü, açtı kutuyu: Onlarca blister çıktı içinden. Niye buradaki bunlar! Tok bir sesle kapı açılınca, birden irkildi Nihal. “Kızım ne yapıyorsun burada?”

“Temizlik yapıyorum da anne, bunlar ne böyle?”

“İlaca benziyor.”

“Dalga geçme anne ya! Son aylarda Mehmet Bey’in verdiği vitaminler değil mi bunlar? Neden buradalar, niye içmedin?”

“Gerek yok diye, bir şeyim yok ki.”

“Yahu annecim madem bir şeyin yok, niye ‘Ben sağlık ocağına gideyim de beni bir iyileştirsinler.’ diye yollara düşüyorsun her hafta?”

“Ah benim saf kızım ben ne zaman iyileşeceğimi değil, ne zaman öleceğimi anlamak için gidiyorum! Ali gideli on beş sene oldu, sıkılmıştır bensiz orda, hem Zarife’nin selamını da iletmem lazım.”