Kabul gören biri değilim. İnsanlarla bağ kurmaktan kaçıyorum. Bağ kurmak, yorgunluk veriyor. Karşımdakilere kendimi anlatacağım, bir de üstüne üstlük onların anlattıklarını dinleyeceğim. Sonra aynı diyalog ve durumlar… Bir daha, bir daha, ne lüzumu varsa. Hadi oradan işim olmaz. Her defasında bunu diyorum, evet evet, sesli de diyorum. Hadi oradan!
Onu ilk gördüğümde de benzer bir ruh haliyle işyerinde dolaşıp duruyordum. Bir o yana bir bu yana… Verilen işler kabarmış, işin içinden nasıl çıkacağımı bilmediğim bir hal almıştı. Bir de bu toplantı nereden çıkmıştı, sabah haberim olmuştu ve bilirsiniz en az iki gün önce bana diyeceğinizi deyin, takvimime girin insanıydım ben.
Gözüme çapak takılmış gibi gözümü ovuşturdum. Oysa gözüme takılan çapak değil, Lale Hanım’dı. Yani eski Genel Müdürümüz İlknur Hanım’ın kopyası Lale Hanım. İlknur Hanım benzer bir siluetle karşımda duruyordu. Yanında iki üç kişiyle gelmiş, ama o kadar iddialı giyinmişti ki giysilerinin frapanlığı görür görmez midemi bulandırmıştı. Yanındakilere bakamaz olmuştum.
Lakin iş günüydü ve o toplantı denilen gereksiz toplanmaların olması gerekiyordu. Karşımda duran bu kadın, plastik kumaşın verdiği tüm hissiyatı veriyordu. Baştan sona kırmızı bir kadın. Ruju kırmızı, eteği, bluzu, topuklu ayakkabısı. Ojeleri de cabası. İlknur Hanım gibi burnu havada ve edası da onun aynısı.
Böyle anlarda ne mi olur? Hain planlar kurarım. Puslu, isli planlar… Onu nasıl yok edebilirim, üzerine düşünmeye başladım. Aslında konuşmaya başladığında o kadar da sevilmeyecek biri değil desem de hatırlattıkları tüm işyerinin huzurunu bozan, bire bin katan, yalancı, burnu Kaf Dağı’ndaki eski genel müdürümüzdü. Bir keresinde ben adil bir yöneticiyim deyip, sadece işbirlikçilerine gizliden maaş zammı verdiğini, “Aaa, bilmiyordum ben; tamamen benim dışımda olaylar gerçekleşmiş,” diye yeminler ederek nasıl da çevirmişti.
Onlar üç, biz iki kişiydik ve karşılıklı oturduk. Kimse masanın başına geçme gücünde değildi. Gün öğleden sonrayı bulmuş olduğundan yüzlerden günün koşuşturması seçiliyordu. Birbirleriyle ilk kez tanışanlar, ikinci kez gördüğü için sıkılanlar, toplantı bir an önce bitsin gitsinciler aynı masadaydı.
“Lale ben, merhaba,” dedi. Ben de, “Merhaba, hoş geldiniz,” diye karşılık verdim. Kısa cümlelerle yapılan kısa bir girizgâhtan sonra, “Dilerseniz gündem maddelerimiz üzerinden geçelim,” dedi. Müşteri temsilcisiydi ve ekip olarak bizimle çalışmak istiyorlardı. Kayıtsız kalmadım, “Tabii, neden olmasın,” cümlesini bile kurdum. Kendi firmalarının tanıtım sunumlarını sessiz kalarak dinledim. İş arkadaşımın birkaç sorusu oldu; ben de eksik bulmadım, katkıda bulundum. Yaklaşık 45 dakika sonra Lale Hanım ve arkadaşlarından tuvalete gidiyorum bahanesiyle ayrıldım ve sadece birkaç dakika sonra yanlarına dönmüştüm bile.
İkinci tur çay ve kahvelerin gelip gelmediğini sessizce sorarak yerime oturdum. Toplantı, geçmişteki projelerin değerlendirilmesine kadar varmıştı. Lale Hanım, tüm küstahlığıyla detayları anlatıyor, soruları cevaplıyordu. Bu kadar küstahlık ve kırmızı ne kadar fazla diye içimden tam geçiriyordum ki, karşıdan Cevat Bey’in tepsi ile çay ve kahve servisi için geldiğini gördüm. Karşılıklı işbirliği yaptığımız takdirde ne gibi kazanımlarımızın olduğunu anlatıyordu hararetle Lale Hanım. Tam cümlesini bitirirken, “Peki, bu süreç ne kadar zaman alır? Kısa sürede dediklerinizin tam olarak gerçekleşmesi bence zor. Hayal gibi geldi,” diye söze girdim.
Toplantı boyunca katkılar sunan benim gibi birinden böyle cümle beklemeyen Lale Hanım’ın suratı sen ne diyorsun, diyen bir ifadeyle sinirden kızarmaya başladı. “Hayır, bu kadar da pes, baştan sona kırmızı kesildi kadın,” diye aklımdan geçirirken, Cevat Bey elindeki tepsiyi Lale Hanım’ın üzerine devirmesin!.. Tiz bir sesle, “Ayy” diye çığlık sesi ortak alandaki toplantı alanının üzerini örttü. “Ah Lale Hanım, tüh, yandınız,” diye havada uçuşan cümlelerin hemen sonrasında, Cevat Bey ile sadece bakıştık.