Gütmesi en zor kin; nesnesi de öznesi de aynı kişi olan, insanın kendisine beslediği kin.
Yapmak istemediğini içten içe bildiğin şeyi yapar, olmak istemediğin yerde vakit harcar, parmağının ucuyla dokunmak istemediğini kucaklar, söylemek istediğini yutar istemediğini altın tepside sunar; kendin ol(ama)ma beceriksizliğinle kendini tokatlar, kinini harlarsın. Tüm yaşam kabiliyetsizliğinle kendi hayatının merkezinde öylece durur, en edilgen yanının kambur duruşuna ifrit olur, kendi canına okursun.
Aylardan hangisiydi hatırlamıyorum, pek de umursamıyorum ama mevsim kesinlikle yazdı. Zaten oldum olası daha çok nefret etmişimdir kendimden yazları. Zira etimle kemiğimle mutlu olabilmek şöyle dursun, mutlu görünebilmeyi bile pek beceremezdim sıcak havalarda. Beceremedikçe içime kapanır, kapandıkça kendime karşı daha çok çıkartırdım tırnaklarımı.
En bezgin halimle bir kaldırımdan diğerine seğirtirken akşam vakti, telefonum çaldı. Ev sahibinin buz gibi ve bet sesi yaklaşık iki dakika boyunca sallanırken kulağımın dibinde; verdiğim kiranın az oluşu ile başlayan ve eve oğlunun taşınacağı ile sonlanan birbirinden bağımsız, ama evden çıkmam temasında kalmada tutarlı beş altı cümle sokağın ortasında kalakalmama sebep oldu. Çocuğu taşınacaksa evden çıkmaktan başka yapacak hiçbir şeyim olmadığına dair bir bilgi vardı zihnimde. Yasalardan bile işime yarayacakları değil, işime taş koyacakları aklımda tutardım zaten hep.
Tam silkelenip yürümeye ve bu yeni durum karşısında neler yapabileceğimi düşünmeye başlamıştım ki çalıştığım şirketteki yöneticimden gelen bir e-posta bildirimi düştü telefonuma. Ertesi sabah yapılacak toplantı için bir rapor hazır etmem gerektiğini yazmıştı. Mesai saati dışındaydım ve raporu bitirmek için sabahlamamam gerekiyordu ancak bunun için bırakın özrü, içerikte ufacık bir nezaket sözcüğü bile yoktu. Elbette ben de e-postayı yanıtlarken buna değinmek yerine sabaha hazır olması konusunda endişelenmemesini söyledim. Kendime olan öfkemin ateşine bir odun daha atmada benden mahiri yoktu.
Mecburen eve yöneldim. İçimden ettiğim küfürler yöneticime mi ev sahibine mi kendime mi bilmiyordum ama sinirli halin yürürken kazandırdığı hızı fayda sayıyordum. Durumlara olumlu tarafından bakmayı bu kadar becerebiliyordum. Hızım da öfkem de gittikçe artarken, artan bir şey daha vardı; hayatımdan memnuniyetsizliğim. Hayır, bari kendime karşı dürüst olayım. Memnuniyetsiz olduğum şey bizzat kendimdi. Kendimden nefret ediyordum ama ne yazık insanın kendisi bırakıp kaçabileceği, bir süre de olsa bir yere emanet bırakabileceği ve sonra da unutmuş gibi davranabileceği bir şey değildi.
Son bir hafta içinde henüz iki aylık –aslında diğerlerine göre uzun sayılabilir bir süre- kız arkadaşım tarafından terk edilmiş, bir proje ekibinden türlü yersiz bahaneler ile el etek çektirilmiş ve annemin çok sevdiği diğer oğlunun üzerine yaptığı arsasını tebrik etmiştim. Yapmak istemediklerimi güler yüzle yapmış, bağıra çağıra cevaplamam gerekenleri sakince yanıtlamış ve üstüme haksızca boca edilen her sorumluluğu yerine getirmek için kendimi paralamıştım. Sadece son bir haftada değil yıllardır aynı döngüler içinde, aynı basiretsiz tepkilerle insanlara kendimi sevdirmeye çalışmıştım. Olmamıştı, olmuyordu. Ne sevgisi, ben de dâhil kimse bana saygı da duymuyordu. Otuz dört yılda ortaya çıkan “ben”, ortaya çıkmış sayılmıyordu.
İnsanın kendisini bazen gözden geçirmesi lazım; beğenmediği yerleri yeniden kurgulaması, beğendiklerini parlatması, bazen sevip göklere çıkarması bazen de alaşağı etmesi lazım. Erken ya da geç demeden kendinde yıkılacakları yıkması, içine sinmeyen taraflarını yeniden inşaya başlaması, lüzum görürse kendine kat çıkması, gerekirse köküne dinamit koyması lazım. Yeni bir hayat ortaya çıkarmaktan korkmaması lazım.
Bunları düşünürken adımlarımın yavaşladığını, nefesimin daha düzenli, daha kararlı aktığını fark ettim. İçimde bir şey kopmuştu ya da bir şey tam olarak yerine oturmuştu. Taşkına sebep olacak son damla üstüme damlamıştı ya da tüm parçalar bir araya toplanmıştı. Böyle mi oluyordu herkeste bilmiyordum ama hayatta bir atlanması gereken eşiklerden birisinin, benim için ilkinin bir adım gerisinde olduğumu ve o eşiği geçmem gerektiğini nihayetinde idrak ediyordum.
Durdum, bir sigara yaktım, etrafa baktım.
Durdum, derin bir nefes aldım, kaldırımdaki kediye göz kırptım.
Yavaş adımlarla eve yürüdüm. Valizimi hazırladım. İstifa dilekçemi yazdım. Bir uçak bileti aldım.