Masmaviydi gökyüzü. Deniz kıyısı martıların sesiyle çınlıyordu. Bir vapur karşıya geçmek için hazırlanıyordu. Banklarda oturan iki sevgili fısıldaşıyordu. Başka bir bankta sabah simidini almış bir dede evinin yolunu tutmuştu. Daha dün kocamla fingirdeyerek yürüdüğüm bu sahilde şimdi ötekini izlemeye koyulmuştum. Yanımda ise…
Evlendiğim günü hiç unutmuyordum. Binbir çabayla özene bezene hazırladığım gelinliğim ve nasıl göründüğüm telaşı vardı sabah. Damatlıkla eşimi görünce çok heyecanlanmıştım. Sonra da nikâh… Ertesi gün yeniden birbirimizi tanıma çabası… Her şey daha mutlu olabilmek içindi… Bir çırpınış ve bir çırpınış daha… Sonra anlayacaktım her şeyin bir devinimden ibaret olduğunu…
Her hareketin gözlem altında olduğu bir süreçti. Ya iç dünyalarımız. Birbirimize verdiğimiz sözler, sanki Everest’in zirvesine taşımıştı bizi. Hiç ayrılmayacaktık. Ama sözler yeterli olmamıştı işte. Zamana eskiyen bir ilişki yaratmıştık sonuçta. Çabuk tüketmiştik verdiğimiz sözleri. Ama bir de hamile kalmıştım. Çok istemiştik ikimiz de. Hareket halindeki yaşamın amaçlarına ters gitmişti ilişkimiz. Her varlığın haiz olduğu amaçlarından edinmeyişimiz verilen sözlerin eriyip gitmesine neden olmuştu. Evliliğin anlamını hiç düşünmemiştik. Bizden beklenen çabaya saygı duymamıştık. Yarattığımız sözlerin pohpohlaması anlık serüvenler yaşatmıştı. Bu serüvene dahil olan bir bebek vardı şimdi. Oysa neyin çabasına saygı göstereceğimizi bilememiştik. Yürürken bir adım atmamıştık. Oysa tüm nesneler yer değiştirme halinde olana katkı sağlamakla meşguldü. Biz ise durduğumuz yerden evreni kucaklayamamıştık. Biz bir adım atmadığımızda oluşumuzu desteklememiz mümkün değildi. Yeni bir bireye can verirken ihmal ettiğimiz eylemler sonrasında bizi yalnızlığa sürüklemişti. Evlilik içindeki yalnızlık ise aslında öncesinde yaratmadığımız bir alandı. Şimdi ise geçmişle hesaplaşırken içinde bulunduğum yaşam tarzım olmuştu. İşte tam bunları düşünürken o masmavi gözler gülümsemişti bana. Sonrasında adanmışlıkla tazeleyeceğim benliğim bu gözler sayesinde bir yaşam gayesi edinecekti. Oysa insan bu amaca hasıl olmak için önceden bir çaba göstermeliydi. Kendine yarattığı evrenin içine birilerini almadan önce. İşte o zaman bir varlık olarak yaşamdan alacağı bu gayeyi oluşturmak için bir gayretin içine girecekti. Böylece bütünleşeceği yaşamın içinde sürüklenmekten vazgeçip kendi dönüşümüne kaynak olacak nesnelerle karşılaşacaktı. Tam da bu anda belki kendi yalnızlığıyla bütünleşecek öteki yalnızlıkla bir çabanın eseri olarak birleşecekti.
Yine o masmavi gözlerin içine baktım. O gülümseme beni kendime getirdi. Eşinden ayrılmış bir genç anne olarak kendi gayretimle bir devinimin içinde bulmuştum kendimi. Hayat bir küçük oyundan sonra beni gerçek başka bir oyuna sürüklemişti. Öyleyse ben bir amaç edinirsem kendime, tüm varlıklarla bütünleşmiş olurum. Bu bütünlük de kendi içsel yalnızlığımın bana yaşattığı devinimi sağlamlaştırmak için bir yolculuk başlatır.
İşte ben yalnız başladığım bu yolda yalnız devam ederken pusetteki o masmavi gözlerle karşılaştım. Ve bu yaşanan bütünlük içimde kazılmaya hazır bir derinlik yarattı. Bu derinlikten çıkardığım bu sözcükler gelecek için atılacak adımlara vesile olacak. Böylece mavi gözlerin bana kattığı anlam yaşam temayülümdeki kapıları açacak. “Tanrının sonsuz pınarları hiç bitmez değil mi canım?” diyerek oturduğum banktan kalktım. Her şeyden devinimden ibaretti. Tek bir hareket başlatmaya hazırdı…