Her şey Azra’yla başlamıştı. “Anne bir şey diyeceğim.”
“Azra git başımdan, dünden beri burnumdan soluyorum zaten!” Perran’ın kafası atıktı, ama Azra’nın daha çok… Özellikle annesine.
“Yahu kahvaltıdan beri bir şey söyleyeceğim diyorum!”
Perran sağırdı. Azra ondan daha çok.
“Makinenin başına gelenleri biliyorsun değil mi?” diye sesi giderek yükseldi Perran’ın.
“Biliyorum, ama bu beni dinlemeyeceğin anlamına gelmiyor!”
Perran yorulmuştu. Azra da.
“Sonra kızım, sonra…”
“Anne ya…”
“Şimdi ne kadar masraf çıkacak biliyorsun değil mi? Nerede baban? Hani?”
Perran’dı bu. Giderek daha çok yoksullaşan.
Oysa çamaşır makinesi için ılıman başlamış bir gündü. Servisi aramış, onlar da tamam demişlerdi. Usta gelecekti. Gelecek ve dünden beri kilitli olan kapağı açıverecekti. Sonrası belki gerçekten cennetti. Çalışıverirdi makine ve özgürlük gelirdi. Tamam yirmi yıllıktı makine. Evlendikten on yıl sonra alınmış ve Perran ona gözü gibi bakmıştı, ama evde nüfus giderek çoğalmış, çamaşır yıkama faslı da o oranda katlanmıştı. Bu da …
“Bu da makinenin sonu olmuş Ablacım.” Korcan Usta’ydı bu. “Günde dört defa çalışmayı kaldırmaz ki bu makine, kapatır kendini böyle, açılmaz kapağı, kalakalırsın, eski bu, yorulmuş…” demişti. Bu arada Korcan Usta sazı iyice almıştı eline. Başına neler gelmişti neler. O anlatıp dururken Perran başını sallayıp duruyordu karşısında. Hani bir ümit belki hemen tamir eder makineyi diye. Arada da “vah vah” sesleri yükseliyordu sigara paketini yutmuş gırtlağından. Korcan Usta’nın başına gelen aha da bu makinenin başına gelenle aynıydı-neredeyse.
“Yok canım. Olsa olsa bu çamaşır makinesi benimdir!” dedi Perran. Umudu giderek azalan.
“Vallahi Abla, az kalsın ölüyordum,” dedi Korcan Usta. “Hastane beni geri gönderdi, bu gidici demişler…”
“Ne olmuş böyle?” Perran kendine şaşarak sorduğu bu soruya bir de “Hay Allah” eklemiş ve beklemeye karar vermişti. Neyi beklemek? Korcan’a ne olduğu, çamaşır makinesine ne olacağı, Azra’nın cümlesinin nerede biteceği, günün nasıl akacağı vb.
Derken Korcan Usta, masal gibi anlattığı hayat hikâyesine, “bir varmış bir yokmuş”u anıştırırcasına, “Bir gün…” diye başlamış, o esnada makinenin hayati bir vidası deterjan bölümüne düşüp kaybolmuştu.
“Amannn, şimdi ne yapacağız!” diye iç geçirdi Perran.
“Yok yok, merak etme, o bir şey değil Abla,” dedi Korcan Usta, göbeğini küçük tuvalette oradan oraya zıplatmaya çalışırken.
Azra o sırada (yine) “Anne sabahtan beri sana bi’şey söyleyeceğim,” deyip duruyordu ama, Perran’ın işi başından aşmıştı, Azra’yı dinleyeceğine en son enerjisini Korcan Usta’ya vermeye kararlıydı. İşin ucunda çamaşır makinesi ve 24 saattir makinenin içine tıkılıp kalmış ıslak çamaşırlar vardı.
Korcan Usta nefes nefese kalmış bir halde hikâyesini anlatmaya devam ediyordu bu arada. “Abla meğerse ben kovid olmuş muyum, ciğerlerim dolmuş taşmış mı…”
“Anne ya benim temiz çorabım kalmamış…” Soner’in araya giren sesiyle hem Perran hem de Korcan Usta, kovidi çamaşır makinesinin oraya bırakıp dikkat kesildi dışarıya, ta bahçenin oraya.
Sonra yine Azra: “Anne ya…”
Perran baktı olmayacak Korcan Usta’ya dönüp, “Sana bir kahve yapayım mı?” diye sordu. Belki böylece her şeye bir ara verilebilirdi. Misal, ölüme. Misal, olup bitenlere.
Ancak işler umduğu gibi gelişmedi. Korcan Usta kovidi takiben canı çok istese de ağzına bir daha kahve sürmediğini itiraf etti. Ama bir bardak suya hayır demeyeceğini de araya sıkıştırdı.
O zaman, “Azra git bir bardak su getir Korcan Abi’ne,” diye seslendi Perran. Bir yandan da iğne oyalı yemenisini başına bağlamaya çalışıyordu. Bağlamak mı? Daha çok kafasını kendi elleriyle boğmaya çalışan insan üstü bir yaratığı andırıyordu.
“Of be anne,” diye söylendi Azra.
“Bana bak!” Perran’dı bu. Çamaşır makinesiyle ilgili umudu giderek azalan Perran. Yirmi sene bu dile kolay diye içinden geçiren. Şurada ölüp gideceğim.
Korcan Usta, Azra’nın getirdiği suyu içtikten sonra züğürt tesellisi olacak müjdeyi verdi.
“Kapağı açabileceğim sanırım…”
“Sonra?” diye yutkundu Perran. Sanki Korcan Usta değil, bir bardak suyu o içmişti. Soğuk ve buzlu olanından…
“Açarım, çamaşırları alır, elde yıkarsın.”
“Sıkma?”
“E sıkarsın da Ablacım. Yıkayan sıkar da.”
“Sonra?”
“Sonra da bahçeye asar kurutursun.”
Korcan Usta iyileşmişti. Hatta yeniden doğmuş gibi bir hali vardı. Yalnız Perran için elbette aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Servis ücretini Korcan Usta’nın pofuduk ellerine tutuştururken geçmişinin bir film şeridi gibi gündüz düşlerinin içinden geçmesi de yine servis ücreti sayesinde olmuş (dünyanın parasıydı ne de olsa), bunun yarattığı zihinsel uyuşmadan ötürü Korcan Usta’ya nedensiz yere teşekkür bile etmişti.
O gittikten sonra çamaşırları ağır ağır makineden boşaltırken, kazanın ucuna dolanmış olan Azra’nın Hello Kitty çarşafını görünce ise… Nihayet Azra’yı gerçekten hatırlamış ve işte o zaman, Azra’nın eşlik ettiği o koroyu duymuştu.
“Bugün misafirler gelecek misafirler…” Sonunda cümle bitmişti.
“Nee!” diye haykırdı Perran.
“Bugün sadece misafirler değil, Dilek’e görücüler de geliyor akıllım” diye bağırdı birileri. Kayınvalidesi bir taraftan, dul görümcesi öbür taraftan, kayınpederi eksik kalır mı? O da.… Ama en çok Azra. Bilmiş kız. “Ablama geliyorlar ablama!” Azra’ya bak sen. “Mahmut Abi, annesi, babası…” Her şeyi bilen Azra.
“Allah kahretsin, bula bula bugünü mü buldular!”
Perran’dı bu yine. Elleri leğende Hello Kitty’ye bulanmış, tümden sulara batmış, boğulmuş, bozulan çamaşır makinesine öfkeli. Öfkeli mi? Ona öfkeli denmez. Zır deli denir zır… Çıldırmıştı Perran. “Korcan Usta’ymış. Bi yapamadı. Yapamayacaksın niye gelirsin. Geldin niye gidiyorsun. Gittin bunu niye böyle bırakıyorsun.”
Perran bu, elinde Hello Kitty, dünür Perran.