Üşüyorum. Elimi alnıma koyuyorum; ateşim yok. Yan odadan gelen müziğin sesi çok sert. Gecenin bu saati… Oğlanı uyarmıyorum. Bastonumu alıp yatağımdan kalkıyorum. Saati görmek için ışığı açıyorum. Gecenin geç saati değilmiş. Uyuklamış olmalıyım.
Zil çalıyor, kapı açılıp kapanıyor. Annesi oğlana:
“Verdiğin yemek siparişi geldi” diyor.
Belli ki yine yemeği beğenmedi. Geçmişten annemin yemeği beğenmediğimizde çatılan kaşları, öfkeli bakışları geliyor. Sesi yankılanıyor sanki odada: Aç uyu!
Bulaşık makinesinin sesi müziğe karışıyor, daha ritimli. Elimde yıkadığım tabaklar, bardaklar havada uçuşuyorlar biz makine yüzü görmedik der gibi.
Herkes odasında. Adını söylemeyi beceremediğim şu ışıklı ekranın önünde oturuyor her biri. Benim odama da televizyon koydular o oyalıyor beni.
Holden kızın sesi geliyor:
Bugün bana kargo geldi mi? diye soruyor annesine.
Kargo hep eşya getiriyor. Mektup getirmiyor. Mektup gönderen de bekleyen de yok. Çekmecede sakladığım mektuplardan birini alıp ilk aldığım günkü heyecanla, merakla zarfı açıyorum. Yanaklarım al al oluyor o günkü gibi. Biraz ısınıyorum sanki.
Bu yüzyılı devirmeme on yıl kaldı. Bu çağ üşütüyor beni. Isınamıyorum.