6 Temmuz
Behzat, evin kapısını açıp içeri girdiğinde gözleri büyüdü. Bir titreme kapladı bütün bedenini. “Eyvah!” diye feryat etti içinden. “Ben gene ne unuttum acaba?” diye sordu kendine. Ne demeliydi, nasıl kıvırmalıydı, çıkış var mıydı bu cendereden? Hazırlıksız yakalanmıştı, çaresiz kabullenecekti.
Sofra ışık içindeydi. Mezeler sıra sıra dizilmişti. Bir an misafir gelecek sandı ancak iki kişilik servis “Gelen giden yok!” diyordu gözünün içine baka baka, “Baş başasınız”. Rakı kadehleri ve buz bile sırıtıyordu kenardan bu şaşkın adama. Olmadık şeyler bir aradaydı bu akşam. En son Canan’ı Amerika’ya uğurlarken yani tam iki ay önce, üçü birlikte yemeğe gitmiş, karşılıklı rakı içmişlerdi.
Kızları büyümüş, kendi kararlarını verir olmuştu. Biraz buruktular o gece. Hiç kolay değildi biricik yavruyu yaban ellere göndermek. Sonra yine birbirine benzeyen akşamlar dizildi sıraya. Herkesin kendi çalışma odasında yaşadığı karanlık bir ev, sözcük fakiri konuşmalar, eve iş getirmeler, erkenden yatıp uyumalar. Oysa bu gece…
Yeşim gülümseyerek çıktı mutfaktan. “Hoş geldin, Behzat.”
Hiç tarzı olmayan, yakası açık kırmızı elbisesi ve karanfil kırmızısı rujuyla iyice şaşırttı Behzat’ı. “Hoş buldum da, söyle canım, ne unuttum ben? Evlilik yıldönümü, desem değil. Doğum günümüz, hiç değil.”
Yeşim, kollarını Behzat’ın boynuna doladı ve “Hiçbir şey unutmadın, tatlım. Hem demlenir hem konuşuruz diye düşündüm,” diyerek yeni parfümünün kokusuyla sersemletti kocasını.
Behzat iyice gerildi. Korkunç fikirler birbirine karıştı kafasında: “Yoksa biliyor mu? Öğrendi mi? Anladı mı? Bilse böyle davranır mı? Durduk yerde sarılmalar, tatlımlar, canımlar, garip kokulu parfümler…” Zaman kazanıp savunmasını hazırlamak ve biraz olsun sakinleşmek için “Hemen üstümü değişip geliyorum,” dedi.
Az sonra masaya oturup kadehlere rakı doldururken ne kadar zavallı olduğunu düşünüyordu. Karısı, Rüya ile olan ilişkisini öğrenmiş, “Ya o ya ben!” diyecekti mutlaka. Bu süslü sofra, bu amaç için hazırlanmıştı. Ne cevap verecekti? Kimi seçecekti? “Ben ikinizden de vazgeçemem!” diyebilir miydi?
Yeşim, “Bugün Canan’la konuştum,” diyerek söze girdi.
Behzat konuşamıyordu. Düşünceler beyninde fırtına gibi esiyordu. Yeşim’in anlattıklarına odaklanmak için kocaman bir yudum aldı rakıdan.
“Dur, Behzatçığım. Acelen ne? Gece bizim nasılsa…”
“Haklısın, canım. Canan nasılmış?”
Yeşim “İyi, iyi. Pek tatlı geliyordu sesi. Bilirsin, beni kandıramaz,” derken tabaklara kaşık kaşık meze yerleştiriyor, yan yana çiçek dizer gibi, özenle yapıyordu bu işi.
Behzat rengârenk tabağına bakıp bir an önce bu gecenin geçip gitmesini diledi içinden. Yeşim ağırdan alıyor, mezeleri nereden aldığını filan anlatarak onu oyalıyor, asıl konuya girmediği gibi, bir ipucu dahi vermemekte direniyordu. Rakının dozu artmakta, hiç alışkın olmayan Behzat’ı çarpmaktaydı. Yeşim ise ilk kadehle oyalanarak kocasının çakırkeyif olmasını bekler gibiydi.
Aniden konuya giriverdi: “Kaç yıldır evliyiz, hiç hesapladın mı?”
Behzat “İşte şimdi hapı yuttum!” dedi içinden. Sonra pişkin pişkin Yeşim’e dönüp “Hesaplamama gerek yok, karıcığım, zaten biliyorum,” dedi. “Canan yirmi iki olduğuna göre, tam yirmi üç yıldır evliyiz biz.”
“Sence de bu çok uzun bir süre değil mi?”
“Yooo! Nereden çıkartıyorsun bunları?”
Behzat yine kadehinden yardım istedi ama ellerinin titremesi durulmadı. Üstelik, kadehinin içinde yılışık bir ağız “Biliyor, biliyor işte!” diyordu. Kadehi başına dikti gene, ağız sustu ama tabaktaki mezeler fırıl fırıl dönmeye başladı.
Yeşim, onun tedavisini üstlenmiş bir doktor edasıyla bilgiç bilgiç konuşmaya başladı.
“Bak canım, bunca yıl birbirimizi hiç kırmadık. Canan da büyüdü, kendi yolunu çizdi. Artık bu evliliğin sonu geldi bence.”
“Ne sonu? Sen neler saçmalıyorsun?”
“Doğruları,” dedi Yeşim aynı ukala tonda. Kendinden emin tarzıyla Behzat’ı yaralamak ister gibiydi.
“Ne doğrusu? Kimin doğrusu?”
“Bak canım, aslında bizim karı koca gibi bir durumumuz yok. Sen kendi hayatını yaşıyorsun, ben de kendiminkini. İkimiz de para kazanıyoruz yani ortada parasal bir zorunluluk yok. Heyecan hiç kalmadı. Sevgi desen eser miktarda. Cinsellik olmasa da olur gibi. Ama ben saman tadında yaşamak istemiyorum.”
“Ah benim aklı başında karım, ne oldu sana böyle?”
“Geçenlerde, unuttuğum duyguları bana yeniden yaşatan biriyle tanıştım. Bunu söylemek zor geliyor ama âşık oldum, Behzat.”
“Doğru mu duydum?”
Behzat fırladı kalktı. Elinde kadeh, masanın etrafında dört dönmeye başladı. Sarhoş beyninden gelip geçen düşünceleri kendi de yakalayamıyordu. “Âşıkmış, güleyim bari, olacak şey mi? Yeşim bu be, bunca yıldır bildiğim Yeşim işte! Demek Rüya’yı öğrenmedi, ben de bundan korkuyordum. Daha beteri geldi başıma. Belki de değil. Kendi mutluluğu için ayrılmak istiyor benden. Bana yalan söylememek için. Beni aldatmak istemiyor. Dürüst bir kadın o. Oysa ben onu aldatmaktan hiç çekinmedim. Adi herifin tekiyim. Son bir yılım yalan dolanla geçti. İkisini de kandırdım. Yeşim şimdi nasıl ‘Âşık oldum,’ diyorsa gözüme baka baka, ben de Rüya’ya âşık oldum işte. Ama Yeşim benim her şeyim, onsuz kalmayı hiç düşünmemiştim. Çok ani oldu bu, hazırlıksız yakalandım. Ya bebek? Utanmaz herif! Ya Rüya’nın büyüyen göbeği? Aman Allah’ım, ne yapacağım ben şimdi? Yoksa çözüm Yeşim’de mi?”
Yeşim ise bu arada sakin sakin onu izlerken kadehine yeniden rakı doldurdu ve yudumladı. Mezelerden atıştırdı. Söylenmesi gerekeni söylemiş, cümlenin sonuna kocaman bir nokta koymuş, hafiflemişti âdeta.
“Doğru mu duydum?”
“Evet, hatta Antalya’ya tayinimi bile istedim.”
“Yok yahu, ayıp, ayıp! Sen çoktan vermişsin kararını.”
“Evet, kararımı verdim.”
Behzat tekrar o masaya oturmadı. Kadehini doldurmadı. Ayılmıştı birden. Midesi ağrıyordu şimdi. Elleriyle karnını tutarak yatak odasına doğru ilerledi.
“Yatmaya gidiyorum. Söylediklerini düşüneceğim, anlamaya çalışacağım. Bana zaman gerek. Lütfen sofrayı böylece bırak ve yanıma gel yat. Sana sarılmak istiyorum.”
O gittikten sonra Yeşim, rakısına devam etti. Birden sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Kendine güvenen, ukala kadın hâli; dudağına sürdüğü kırmızı ruj gibi uçup gidivermiş, yerini zavallı, çaresiz ve umutsuz bir kadına bırakmıştı. Sofrayı toparladı, duş alıp yirmi üç yıllık kocasının koynuna girip yattı. Behzat uykusunun arasında sımsıkı sarıldı ona.
Altı ay önce
Yeşim’in nenesinden kalma konsolun kulpu kırılmıştı. Yeni kulp nalburda satılırdı, ya eski kulp? O nereden alınırdı? Hırdavatçıdan mı? Antikacıdan mı? Hiçbir fikri yoktu bu konuda. Oya’yı aradı.
“Dert değil, buluruz,” dedi Oya. “Çarşamba öğlen buluşalım. Bir kahve içer, antikacıları gezeriz.”
O çarşamba Oya, Yeşim’i hiç bilmediği bir mahalleye götürdü. ‘Antikacılar Çarşısı’ denen bu yer, dört beş dar sokaktan oluşuyordu. Bu sokaklarda alt katları dükkân olan iki katlı eski evler sıralanmış, üst katları sanatçılar, öğrenciler ve tek başına yaşayan gençler tarafından kiralanmıştı. Arada küçük kafeler ve bira içilen yerler vardı. Eski eşya meraklısı Oya’nın, buraları avucunun içi gibi bilmesi ve bazı dükkân sahiplerini ismen tanıması Yeşim’i hiç şaşırtmadı. Çok geçmeden aranan konsol kulpu bulundu. Yeşim “Vallahi tıpatıp aynısı!” diyerek neşeyle Oya’nın boynuna sarıldı. O mutlu an oracıkta dondu kaldı.
Karşı kaldırımda anahtarla eski kapıyı zorlayan bir çift vardı. Sabırsız bir çift. Hemen içeri girip, yukarı çıkıp sevişmek için acele eden bir adamla genç bir kadın. Telaştan ve öpüşüp kıkırdaşmaktan beceriksizleşmiş, kapı kilidini açmaktan aciz ama çok mutlu görünen bir çift. Sonunda kadın, anahtarı erkeğin elinden aldı ve bir anlığına aklını başına toplayıp kapıyı açmayı başardı. Koşarak, âdeta kaçarak girdiler içeri. Kapı hızla kapandı arkalarından.
Yeşim tam dükkânın çıkış kapısında buzdan bir heykele dönüşmüş, Oya ile yan yana duruyordu. Oya da şaşkındı ama çarçabuk toparladı kendini.
“Gel canım gel, hemen gidelim buradan,” diyerek Yeşim’i kolundan çekip yürütmeye başladı. Güdülmesi gereken biri gibi, kolu Oya’nın avucunda, yol aldılar dar sokaklarda. Antikacılar Çarşısı’ndan çıkıp bir pastaneye girdiler. Oya, onu karşısına oturtup iki çay söyledi. Yeşim’i kaplayan buzlar, çaydan aldığı her yudumla eriyip aktı ve dili çözüldü.
“Sen de gördün, Behzat’tı o.”
“Evet ama pek önemli değil bence.”
“Değil mi?”
“Yani üzülmeye değmez. Küçük bir kaçamak işte. Görmedin mi? Kız, Canan’la aynı yaşta gibiydi.”
“Öyle miydi?”
“Yahu geçici bir heves işte. Bilirsin, erkekler belli bir yaşa gelince sapıtırlar.”
“Behzat da mı?”
“Elbette o da. Behzat erkek değil mi?”
“Onu hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Ne yapayım ben şimdi? Akşam eve gelince ‘Boşanalım,’ derim. Bir çay daha içelim mi?”
Oya iki çay daha söyledi, sonra kaşlarını çatıp “Sakın ha!” dedi. “Öyle hemen boşanılır mı? Dedim ya, bu geçici bir heves besbelli. Kocanı burada hiç görmemişsin gibi davran. Hiç belli etme. Sabırlı ol. Bak görürsün, üç güne kalmaz Behzat gene eski Behzat olacaktır.”
“Üç güne mi?”
“Canım, lafın gelişi işte… Sen yeter ki sabırlı ol!”
Yeşim, bakışlarını yan masada oturan kadının sırtına dikip öylece kaldı. Çay bitince yine eski hâline dönmüştü. Oya onu kolundan yakalayıp güderek evine kadar götürdü. Çantasından çıkardığı bir hapı yutturup yatağına yatırdı, üstünü örttü ve kapıyı çekip çıktı.
Daha sonra her gün iş çıkışı uğradı arkadaşına, acısını paylaştı onun. Her gün anlattı diğer kadınların başlarına gelenleri ve eninde sonunda bütün kocaların evine döndüğünü. Yeşim anlatılanları dikkatle dinliyor, sabırlı davranıyordu. Behzat’la hiç yüzleşmedi. Babasına hayran Canan’a, olan biteni duyurmak istemedi. Duygularını ve geleceğe dair düşüncelerini hep içinde biriktirdi. Gözünden akmadı tek damla yaş. Sabretmeyi o günlerde yeniden öğrendi.
Günlerin tekdüzeliğine sığınıp, olanı olmamış gibi yaparak yaşamını sürdürüyorken iki önemli gerçek onu kendine getirdi: Birincisi, Canan’ın Amerika’ya gitme kararı. İkincisi ise, Behzat’ın sevgilisiyle tanışması.
Canan gittikten sonra Behzat eve daha geç ve daha yorgun geliyor, hemen yatıp uyuyordu. Yeşim bir süre daha kendi çalışma odasında bekliyor, Behzat’ın uyuduğundan iyice emin olunca usulca yatağa girip yatıyordu. ‘Evlilik’ adı altında yaşanan bu zorunlu birlikteliğin hiçbir anlamı yoktu artık. Sürdürülmemeliydi.
Yeşim daha sonra Antikacılar Çarşısı’na sık sık gitti. Konsol kulpunu satın aldığı dükkânın yanındaki iskemleleri, masaları kaldırıma taşan lokalde oturup biralar içerek onların evini gözetledi. Bir gün sokağın sonundaki galeride, kocasının sevgilisi olan kadını tesadüfen gördü ve daha sonra kadının orada çalıştığını fark etti. İçeri girip, resim almak istermiş gibi yaparak onunla tanıştı. Saatlerce resimlere baktılar birlikte. O gün kadının adının Rüya olduğunu öğrendiği gibi, hamile olduğunu da fark etti. Bu gerçeği kabullenmek, ona Canan’ın gidişinden bile daha zor geldi.
Artık biliyordu, Behzat ne Rüya’dan ayrılıp eve dönecek ne de bütün bunları Yeşim’e itiraf edecekti. Bir ona bir ötekine savrularak perişan olacaktı. Yeşim’in aylardır şişirdiği sabır balonu tüm bedenini kaplamış, patlamak üzereydi. Birkaç ay sonra doğacak bir bebek vardı üstelik. “Ah, Behzat, ah! Üzül üzülebildiğin kadar! Utanmaz, pejmürde herif! Sen bütün bu başına gelenleri hak ettin aslında!” dese de kocasının zavallı hâlini görünce ona acıyordu ister istemez.
İlk iş, Antalya’ya tayinini istedi. Atanmasını beklerken “Ya sabır!” dedi kendi kendine yeniden. Bu arada sürekli düşünerek kesin bir çözüm yolu buldu. Geri dönüş için, iğne deliği kadar bile, bir geçit kalsın istemiyordu. Mademki Behzat itiraf edemiyordu, bunu Yeşim yapacaktı.
Bu itiraf için güzel bir rakı sofrası hazırladı Yeşim. İnandırıcı olmak için kırmızılar giyinip tüm gayretiyle tatlı bir sohbetle başlattı geceyi. “Âşık oldum,” dediğinde Behzat’ın rahatlayarak Rüya’ya koşup “Bütün sorunlarımız kendiliğinden son buldu,” diye müjde vereceğinden emindi. Ancak hiç beklemediği bir şey oldu.
Behzat sarhoş kafayla, uykusunun arasında karısına son defa sarıldığında onun değerini bir kez daha anlasa da bu yolun dönüşü olmadığını biliyordu. Sabah erkenden uyanıp yeni duruma kafa yormaya başladı. Sonunda, karısı uyanınca onun karşısına dikilip “Tamam, anladım, âşıksın!” dedi. “Ama,” diyerek devam etti. “Bu kadar kolay değil senden vazgeçmek benim için”. Yeşim’in içi titredi o an. “Yoksa?” diye geçti aklından.
“Sadece aşk değil sebep, sen de biliyorsun. Evliliğimiz sıkıcı bir hâl aldı, uzatmanın bir anlamı yok.”
“Peki, anlaşıldı. Ayrıl benden, aşkını yaşa ama sen benim için çok değerlisin. Seni tanımadığım bir adamın kucağına atamam.”
Yine “Eyvah!” dedi Yeşim içinden.
“Onu tanımalıyım,” dedi Behzat. “Buraya gelip benimle tanışmadan olmaz.”
Yeşim hırsla çıktı yataktan. Sabahlığının kuşağını bağlarken “O Antalya’da yaşıyor. Benim gibi öğretim görevlisi. Senin her canın istediğinde kalkıp gelemez ki!” diye karşı çıktı kocasına.
“Bekleriz. Canı ne zaman isterse gelsin. Hafta sonu olabilir. Tek şartım bu, Yeşim Hanım. Anladın mı? Tek şartım bu.”
Sonra kapıyı çarpıp çıktı evden.
Yeşim’in planı çatır çatır çatlamış, geriye çaresizlik kalmıştı. Olmayan bir sevgiliyi, kocasına nasıl tanıştıracağını bilmiyordu. Bu hiç aklına gelmemişti. Yeni bir çözüm arayışı ile sarsıldı.
Altı yıl sonra
Behzat, mühendis ve mimarlardan oluşan bir heyetle Fatih’in arka sokaklarında deprem riski olan evleri belirlerken birden Tarık Bey’e rastladı. O da Behzat’ı görmüştü ama görmemiş gibi yaparak adımlarını hızlandırdı. Behzat, arkadaşlarına kısa bir açıklama yaptıktan sonra adamın peşine düştü.
“Tarık Bey, Tarık Bey!” diye seslendi adamın arkasından. Tarık Bey kaçamayacağını anlayınca “İşte ben de bundan korkuyordum,” diyerek durdu.
“Siz Antalya’da değil misiniz? Karım nasıl?”
“Değilim, hiç gitmedim. Karınızı da o günden sonra bir daha görmedim.”
“Nasıl yani?”
“Beş dakika bekleyin şu dükkânın önünde, iki bira kapıp geleyim. Karım merak eder.”
“Karınız mı?”
“Evet, şu bakkal dükkânı bizim. Karıma ‘Biraz bekle, eski bir arkadaşa rastladım,’ der demez gelirim.”
“Ya benim karım?”
Tarık Bey bu soruyu duymadı bile. Behzat, köhne dükkânın önünde kalakalmıştı. Bu durumda ne yapılır, hiç kestiremiyordu. Durdu ve bekledi. Biraz sonra Tarık Bey iki şişe birayla çıktı dükkândan. Az ilerideki banka oturdular. Tarık Bey şişenin birini Behzat’a uzatıp “Tık!” diye vurdu. Behzat sersemlemişti. Verilen biradan kocaman bir yudum aldı ve sordu.
“Tarık Bey, siz benim karımın sevgilisi değil miydiniz? Hani bizim eve gelmiştiniz benimle tanışmak için? Bu yüzden demin söylediklerinize bir anlam veremedim.”
Tarık Bey başını salladı ve gülümsedi. “Doğru, hepsi doğru ama önce şu ‘bey’i kaldıralım, Behzat. Sana her şeyi anlatacağım. Nasılsa altı yıl geçti aradan.”
“Karım nasıl? Onu çok merak ediyorum. Arada telefonla konuşuyoruz. ‘Tarık’la çok mutluyuz,’ diyor ve her fırsatta birlikte çıktığınız gezilerden söz ediyor.”
“Elbette öyle diyecek. Hepsini o ikisi planladı.”
“O ikisi derken?”
“Oya ve Yeşim Hanım. Oya benim çocukluk arkadaşımdır. Karım da onu çok sever. Yeşim Hanım’a bir sevgili aradığını söylediğinde onu kıramadık, ‘Yardım edelim,’ dedik. Parayla tutulan biri başlarına dert olabilirmiş. Oya ‘Tarıkçığım, bir tek sana güvenebiliriz,’ dedi.”
“Sen neler diyorsun?”
“Hadi durma, yuvarla biranı. Kolay değil elbette ama anlamıyor musun? Her şey senin iyiliğin için planlandı. Karın seni o kadar çok seviyor ki, hamile sevgilinle mutlu olmanı istedi.”
“Yani biliyordu!?!”
“Evet, daha Canan Amerika’ya gitmeden öğrenmiş ama hiç belli etmemiş. Önce senin itiraf etmeni beklemiş. Doğum yaklaştıkça bakmış sende tık yok, açılamıyorsun ve morardıkça morarıyorsun, aklına bir sevgili uydurmak gelmiş. O da benim işte.”
Tarık bir kahkaha atarak şişesini çarptı Behzat’ınkine. Behzat gülemedi ama uzun uzun yudumladı birayı.
“Hepsi düzmeceymiş demek!” dedi sonunda.
“Düzmece demesek de çözüm arayışı desek? Yine de benim çok hoşuma gitmişti, bir oyun gibi yeni bir kişiliğe bürünmek.”
“Seninki sadece iki saat sürdü, Tarık. O günden sonra asıl değişen biz olduk, hem de bir ömür boyu.”
“Nasıldım ama o gün? Hiç açık vermedim, değil mi?”
“Vermedin vallahi. Sen ikide bir kolunu karımın omzuna attıkça sinirim bozuldu ama tuttum kendimi. Maşallah, Yeşim de çok iyi oynadı rolünü. İkinize de bravo!”
“Sevgilinden ne haber?”
“Ne olsun, alelacele evlendik. Bir kızım daha oldu. Adı Cansu.”
“Benim de iki kızım var. İyidir kız babası olmak.”
Tarık biraz daha yaklaştı. Sonra Behzat’a fısıldar gibi, “Bak ne diyeceğim,” dedi. “Eski karın öyle nazik biri ki, Antalya’ya gitmeden Oya’yla birlikte bizim eve geldiler ve karıma altın bir bilezik hediye etti. Karım çok beğendi onu, kolundan hiç çıkarmaz. Gel istersen göstereyim ve seni tanıştırayım onunla.”
“Teşekkürler, Tarık. Arkadaşlar bekliyor. Karınla tanışmak için gene uğrarım.”
Şişede kalan son yudumu içip bitirdiler ve el sıkışıp ayrıldılar.