Piyanist. Türkiye’deki lisans eğitiminden sonra İngiltere ve Fransa’da lisansüstü eğitimlerini tamamladı. Birçok yarışmada derecesi olan sanatçının, üç albüm çalışması bulunmakta ve ulusal/uluslararası birçok festivalde hem solo hem de dünyaca ünlü müzisyenler ile paylaştığı oda müziği konserleri devam etmektedir. Doktor öğretim üyesi olarak MSGSÜ’de piyano ve oda müziği dallarında eğitim veren sanatçının, günlük yaşama dair gözlemlerini esprili bir dille kaleme aldığı yazıları bulunmaktadır.

Bu yıl yaz biraz geç geldi. Herkes soğuklardan o kadar yılmıştı ki, sıcak havalar bir an önce gelsin, ısınalım, yanalım, kaynayalım diye dualar etti. Ben, o dua edenler arasında asla yer almam. Kışa, soğuğa bayılırım. Sonbaharın renklerine âşığımdır çünkü sonbahar, bir şeylerin bitip yeniden güzel şekilde başlayacağını öğretir. Kışın gelmesini o kadar beklerim ki, kasım ayında yılbaşı ağacımı süslemeye başlarım. Erken kararan havada, dükkânların ışıl ışıl aydınlattığı sokaklarda dolaşmak beni mutlu eder. Baharda ılık, hafif serin hava yüzümü gülümsetir, çiçek açarım. Yaz için ne yazık ki böyle içten cümleler kuramıyorum. Herkes yaz için deniz, güneş, tatil derken ben sivrisinek, yapış yapış sıcak, nem diyorum. Yukarıda saydığım tüm mevsimlerde giyinmek kolay ama yazın zor. Bazen sıcakta derim bile bana fazla gelirken, giyinmek benim için tam anlamıyla bir işkence.

Zayıf insanlar pek anlayamaz ama mecbursanız nemli havada veya banyo sonrası kot giymek, -hele bir de kot yeni yıkanmışsa- bir insan evladı için şu hayattaki en zor sınavlardan biridir. Zaten düşük belli kotumdan fırlayacak göbeğimi kapatacak çözümü düşünürken çalıştırdığım gri hücrelerimi okul hayatımda keşfedip üstüne gitseydim belki şu an bir mühendis veya doktordum, ben kimleri istiyordum da bana vermiyorlardı. 

Bir kere, tombul insan yaratıcı olur. Bir gün sonraya hazır olsun diye geceden suya yatırılmış kuru fasulye gibi yatağa yattı mı sabaha ne giyeceğim diye yatakta düşünür durur.  Sabah kalktığında giyeceği kıyafeti hazırlar ki, bu kreasyon sonuç vermeyecek, üstüne daha on farklı kombinasyon denenecektir ama olsun, kot yine de yatağa yatırılır, banyo yapılır, odaya gelinir ve stresli dakikalar başlar. 

Banyo sonrası zaten ıslaksındır. Hava nemli, kot dardır. Kotu paçadan geçirirsin, dize kadar her şey rahattır. Dizden yukarı bir kuvvet çekersin. Diz üstünden beş parmağını kota geçirirsin, bir sağı bir solu titrete titrete çitileme hareketiyle yukarı doğru çekiştirirsin. Arka hava yastıklarına (adını vermediğim üç, yerine göre dört harfli de söylenen bölge) yaklaşık elli santimetre kala, kot stop eder. Hop hop, zıp zıp evde eşyaları titretecek şekilde zıplar, bacaklarını silkelersin. Ter bezlerin ekstra çalışmaya başlar, ara verirsin, hızlı düşünmek zorundasındır. Senelerce televizyonda seyrettiğin halter sporu ve Naim Süleymanoğlu, işte burada işine yarar. 

İlk önce silkme hareketinden faydalanırsın. Başparmaklarını kotun bel kısmına geçirir, bir yaylanır, kâkülünü üfürürsün ve motivasyon cümleni haykırırsın: “HAYDİ YAVRUM, ÇEK!”

Ohhhh, kot artık garaja girdi! Girdi de, büyük kanyon kadar açıklık var önünde. Şimdi artık başka bir halter tekniği devreye girer: koparma! Gücünü yine toplarsın; o deliğe düğmeyi sokana kadar parmakların kangren olur, morarır, kızarır; düğmeyi soktuktan sonra fermuarı da çekersin. Kotunu giymeyi başardığın için, odanın ortasında madalyanı takmalarını beklersin.

Bir başka yöntem de, yatağa yatıp kotun fermuarını çekip kapatmaktır ama bu hareketin kalkamama gibi bir tehlikesi söz konusudur. Ters dönmüş tesbih böceği gibi debelenip düzelememe riskini düşünüp genelde bu yöntemden vazgeçmiş çok insan vardır. 

Şu veya bu şekilde o kota sığmışsındır ama hareket kabiliyetin yoktur. Oturman, dizini bükmen, hatta nefes alman bile mümkün değildir. Kotu giydin ama cansız manken Vahe Kılıçarslan gibi odada duruyorsun. Seni bu durumdan kurtaracak en büyük destekçin, Ankaralı Turgut’tur: Haydi hep birlikte oynuyoruz, “Hoplayıver, çekirge! Zıplayıver, çekirge!” 

Dizleri kırmayı başarıp çömelirsin, sabahın köründe kotun bel kısmını ve diz bölgesini esnetmek için yatak odasının ortasında şarkının klibini yeniden canlandırırken bulursun kendini. Tek umudun, satıcının sana söylediği “Esner bu; salar kendini, abla!” cümlesidir. 

Artık evden çıkmaya hazırsındır. Kan ter içinde kendini dışarı atarsın. Dışarıda bütün gün kotunla yakın ilişkide olduktan sonra, akşam eve döndüğünde ilk işin ondan kurtulmak olur.  Çıkartması da ayrı bir derttir, seni bırakmak istemez. Hareket, bu sefer yokuş aşağı olduğu için aşağıya rulo yapa yapa iteklersin. Diz altına geldi mi kıvrak salsa hareketleri ile sallaya sallaya ayağından fırlatırsın. Bacaklarının nefes aldığını hissedersin. Yine bir oh çekersin ama bir bakarsın ki, tüm dikiş izleri bacaklarında. Sanki hiç çıkartmamışsın gibi…