“Okuyorum. Hastalık gibi bir şey bu. Elime ne geçerse, gözüm neye değerse okuyorum: Dergiler, okul kitapları, ilanlar, sokakta bulduğum kâğıt parçaları, yemek tarifleri, çocuk kitapları. Kâğıda basılmış ne varsa.”
Agota Kristof’un Okumaz Yazmaz isimli kitabı bu cümlelerle başlıyor. Dört yaşındaki bir çocuğun, savaşı henüz tatmamış, görmemiş birinin gözünden ilk bakışta ileride ‘okuma sevdalısı’ olacak diye düşündüğümüz kişinin cümleleri bunlar. Anlatı türünde yazılmış kitap 40 sayfadan oluşuyor ve bittiğinde tokat yemiş gibi oluyorsunuz. Tıpkı Önemi Yok ismindeki öykü kitabındaki gibi. Kristof, en sonda söylediği cümlelerle sizi sarsan yazarlardan. Acısını o an hissettirenlerden. Öyle ki, size sonrasında sadece elinizi yanağınıza koyup bir an önce geçmesini beklemek kalıyor.
Bu iki kitabı bir çırpıda bitirip Kristof’la tanışmak için ne kadar da geç kalmışım, diye düşünürken bir salıncak ekranımda beliriyor. Sokak performans sanatçısı Banksy’nin Gazze’deki çocuklara ithafen çizdiği bu duvar resmini görünce irkiliyorum. Doğru kelime bu; irkilmek. Agota Kristof’un Macaristan’dan kaçan ve zorla başka bir dile ve kimliğe büründüğü çocukluğunun izinde yürürken Banksy’le de Gazze’deki çocukların katledilişine bir kez daha şahit oluyorum. Bir salıncak… Boş olarak gözükse de gölgesinde çocukların sallandığı bir salıncak.
“Ülkemi terk etmeseydim nasıl bir hayatım olurdu? Daha zor, daha yoksul sanırım ama daha az yalnız, daha az parçalanmış, mutlu belki de.” Okumaz Yazmaz’da Kristof’un sorduğu soru ve cevap, yalnız bırakılmış çocukların hikâyesi de aynı zamanda. Nerde olmayı seçme hakları olsa çocuklar nerede kalmak isterdi? Ebeveynlikte iyi olup olmadığını düşünen kişilere bu soruyu yöneltsek mi?
Peki, ya insanın ülkesinde kalıp başına gelenler… Gazze’de çocukların yetersiz beslenme ve susuzluktan öldüğünü düşündüğümüzde, bu ölümler yüzünden Banksy’nin çizdiği gibi salıncakların bomboş kalması çok da şaşırtıcı değil aslında, değil mi?
Geçtiğimiz haftalarda Birleşmiş Milletler (BM) şöyle bir açıklama yaptı: “Açlık ve kıtlık Gazze’de neredeyse kaçınılmazdır. Nüfusun dörtte biri gıda güvensizliği ile karşı karşıyadır.” Havadan insani yardımlarla kurtarılmaya çalışılan çocuklardan kaçı kurtarıldı bilinmiyor. Gelecekte onları neler bekliyor, bilinmiyor. Hiçbir şeyin bilinmediği dönemlerden geçen Gazzeliler gibi Agota Kristof da İkinci Dünya Savaşı başlarken ülkesinden kaçarken aynı durumdaydı. O korkunç dönemlerden her koşulda okuma ve yazmaya sıkı sıkı tutunarak geçebildi.
Okumaz Yazmaz’ın son bölümü Nasıl Yazar Olunur?’un ilk paragrafını önce bir kez okuyalım ve sonra buradaki ‘yazmak’ kelimesine ‘barış istemek’le yer değiştirip okuyalım: “Öncelikle yazmak gerekir, elbette. Sonra da yazmaya devam etmek. Kimsenin umurumda değilken bile. Kimsenin asla umurunda olmayacağı duygusuna kapılırken bile. Yazılmış kâğıtlar çekmecelerde birikirken ve diğerleri yazılırken unutulurken bile.”
Kristof’a atıfta bulunarak şöyle demek gerekiyor. Öncelikle barışı istemek gerek. Sonra da barışı istemeye devam etmek. Barış kimsenin umurunda değilken bile…