Güzel, gür saçlı kadınlara hep hayranlık duymuşumdur. Dalgalı, düz, kıvırcık, uzun, kısa fark etmez; gür ve uzun olsun yeter. Renk konusunda da pek bir tercihim yok. Kendi saç rengim hani derler ya altın kızıl. Bu yaşıma kadar her renk saçı denemişliğim var. Saç rengimi çok sevsem de acımadım, mor renk saç bile denedim. Şimdi moda ama ben denediğim zaman o renk saçı anime çizgi filmlerin dışında göremezdiniz. Kısaca hayatım boyunca saçlarım benden çok çekti, ben de onlardan.
Kanserken bilardo topu gibi kel kabak gezdim, saçsızlığı da tattım. Annem görüntümden dolayı üzülürüm belki diye peruk bile aldı ama peruk Emel Sayın’ın Mavi Boncuk filminin setinden çalınmış gibi olduğu için takmayı reddettim. Bizde ne yazık ki modeller kıt. Ya dediğim gibi Emel Sayın ya Müzeyyen Senar ya da Tuğçe görünümlü Osman Abi. Peruk takmayı reddetmemin nedeni de zaten sürekli hastanedeyim, beni gören sağlık personeli iyi ki Hipokrat yemini etmiş, bir şey deseler Hipokrat çarpar. Hoş ben doktor olsam, odaya girip öyle gecelikli peruklu bir “Mavi Boncuk” görsem; değil kaçırmak halıya sarıp naftalini basar, köşeye dikerim.
Kel olmayı bu kadar rahat karşılamamın nedeni, çocukluğumdaki saç modellerimdi. Kaç defa keşke kel olsaydım dediğimi hatırlamıyorum bile. Ergenliğimi saç modellerim yüzünden rahat atlattım, saçımın derdinden bunalamadım, evden çıkmadan piyano çalıştım durdum. Annemin taktiği buymuş demek ki. Kadın aslında haklı. Saçlarım gür olmasa da kurumayan bir cins. Kadıncağız beni pazartesi okula yollar, salı boğazım şişer, çarşamba ise evde yatak döşek yatan bir çocuğa bakmak zorunda kalır. Çareyi saçlarımı kısa kestirmekte buldu. Uzun güzel sırma saçlarıma veda edişim o zamana denk geliyor.
Annem ilkokulda saçlarımı ilk olarak MacGyver modeli kestirirdi. İlkokul ikinci sınıfta öğretmenimiz bir sınıf fotoğrafı çekmiş, fotoğrafta kendimi bulamadım. Arkadaşım Bora’ya kol atmışım. Öyle bir poz vermişim ki zannedersin bakkalın çırağı mahalle maçı sonrası takımıyla hatıra fotoğrafı çektirmiş. İlerleyen yıllarda o saçlar uzadı, bu sefer mantar modeline döndü. Sokakta “Abisi, çocuğun topu kaçtı verir misin?” diyen teyzelere “Abi değilim ben!” diye höykürüp yıllarca ön hava yastıklarımın büyümesi için dua ettim. Allah dualarım arasından en rahat bunu duydu galiba, bana nur topu gibi iki tane yastık verdi.
Ergenliği ben değil saçlarım yaşadı. Sanki mantar modeli saçlarımla doksanlı yılları kasıp kavuran “Take That” grubu altı kişiydi de ben solo çalışmalarım için gruptan ayrılmış, onları da beş kişi bırakmıştım. O zamanlar saçlarım ortadan ayrık kulak hizasında küt, o yılların pop ilahı modeliydi. Saç modellerim geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Mireille Mathieu, Jason Donavan, oto tamirci çırağı, Beşiktaşlı Recep, Galatasaraylı Prekazi ve Fenerbahçeli Rıdvan!
Dedim ya, hep uzun kabarık saçlarım olsun istedim. Tokalar tutmasın, şapkalara sığmasın, taçlar kırılsın, lastikler kopsun, ama olmadı. Hani Rapunzel kuleden aşağıya saçlarını uzatır ya, ben saçlarımı daha belimle tanıştıramadım. Bu yüzden de her kısa saç modelini denedim, bir ara uzattım, ama o da dokuz numara örgü şiş kalınlığında atkuyruğu olunca vazgeçtim.
Tekrar ediyorum, gür saçlı kadınlara hayranım. Umutsuz vaka olarak, Küçük Emrah’ın lokanta camına ekmek bandığı gibi ben de uzun saç modellerine sadece yutkunarak bakıyorum. Bu konu nereden aklına geldi derseniz demin aynaya baktım ve tek söyleyeceğim; “Saçlar bildiğin yosun, sen uzatmayı unut Tosun.”