Doğum günleri birbirine yakındı…
Yazın en sıcak iki ayında biri, diğerinde de biri doğmuştu tam bir yıl bir ay arayla. İkiz gibi büyümüşlerdi…
Teyzeleri yeni yaşlarını kutlamak için, ikisine de giysilerine takmak üzere sarı metalin üzerine kabartılarak yapılmış rengârenk çiçeklerle bezeli yaka iğnesi hediye etmişti.
Onlar da çok sevinmişlerdi.
Hemen yeni elbiselerinin yakasına takıverdiler iğneleri…
Birininki beyaz üzerine kırmızı çizgili, diğerininki mavi çizgiliydi poplin elbiseler.
Annelerinin öğrencilerinden birinin terzi annesi, doğum günleri için yetiştirmişti.
Kumaşların artanından bellerine kuşak bile çıkmıştı.
Bahriyeli yakalarından eteklerinin ucuna kadar düğmeli elbiseler kızları çocukluktan büyümüşlüğe geçirirken, kumaşın gevşek dokusuyla yaz serinliğini geçirmeye direnmeyişi beğenilerini bir kat daha artırıyor, onlar da hemen dışarı çıkıp arkadaşlarının kıvamına getirdikleri oyunlara katılmak için sabırsızlanıyorlardı.
Çizgili elbiselerinin, yeni beliren ve gelişen beden çizgi ve kabartılarını kaçınılmaz vurgusundan habersiz, metalden çiçek demeti iğneleri, göğüslerine inen yaka ucunda takılı fırladılar bahçeye.
Kaynaşmayı koyulaştırdıklarında ise; teyzelerinin torunu, yaşıtları Kamil’in bahçe kapısından içeri giriyor olduğunu görmeleri sevindirmişti onları…
Uzaklarda yaşayan kuzenlerinin şimdi burada olması ve onlara gelmesi harikaydı.
Kamil, ayaküstü onlara şöyle bir takıldı, sonra da ‘hala’sının yanına çıktı.
Kızlar arkasından baka kaldıklarında o, bahçeyi evin kapısına bağlayan basamakları bir solukta alıp, demir kapıyı itip geçmişti bile gölgeli sahanlıktan içeri.
Kızlar yarıda bıraktıkları oyunlarına koyulmuşlardı yeniden.
Nasıl olsa kuzenleri buradaydı, yanlarına inerdi birazdan.
Annelerinin seslenmesiyle iki kız, önce kulak verdiler.
Eve çağrılmaları nazlanmalarına, hatta itirazlarına sebep oluyordu ama anneleri de ısrarcıydı hani.
Sesi kızgınlık tonuna geçmeğe ramak kalmış gibiydi handiyse.
Terlemiş tenlerine sokağın toprak kokusunu yapıştırıp dalmışlardı içeri, soluk soluğa… Hâlâ oynadıkları oyunun heyecanı, hırsı üzerlerindeydi, ne demeğe çağırıyordu anneleri şimdi…
Girdiler çaresiz Kamil’in oturduğu balkonlu odaya… Limonatası yanındaki sehpada durup duruyordu.
Yarısı içilmiş bardağın boşalmış kısmında soğuk sıvının buğusu duruyordu dupduru…
Anneleri, yakalarındaki iğneleri çıkarmalarını isterken, dışarının sıcağından sonra içerinin dingin hali ve limonata bardağının serinliğinin ferahlığı gözlerindeydi iki kızın da…
Kamil orada, neşeleriydi nasıl olsa da, niye çıkaracaklardı ki teyzelerinin hediyesi olan iğneleri yakalarından…
Yeni elbiseleri gibi yaka süsü iğneleri doğum günü armağanlarıydı onların. Bu yazın hoş kazanımlarıydı kendilerini büyümüş hissettiren.
Anneleri yineledi, aynı ses tonu, aynı kararlılık, aynı çok aramalara karşın asla bulunamayacak kadar gizlenmiş duygusuzlukla; iğneleri çıkarmalarını…
Solak olan, sol elini, küçük olan diğeri de sağ elini götürdü, rengârenk boyalı çiçeklerden demet olmuş sarı iğneli kabartma metalin üzerine. Giysilerinin çizgilerinden kurtardılar eş zamanlı…
Uzattılar annelerine ama gözleri teyzelerinin kendi yaşıtları olan torunu Kamil’de olarak…
Kamil ve iğneler… derken içlerindeki ses, anneleri “Teyzeniz istiyor.” dedi.
“Kamil almağa gelmiş onları, teyzeniz de aldığı yere geri verecekmiş.”
Kızlar içlerindeki anlık baş gösteren karmaşaya bir şey düşünmemeyi yeğlediler…
Teyzeleri yıllardır mahalle tanışı olduğu tuhafiyeciden almıştı hediyeleri “Sonra ödeyeceğim” diyerek.
Sıra ödemeye gelince, yeğenlerinin yakasından indirmesi daha makul gelmişti kendisine besbelli…
Vermezdi o kadar parayı dünyada.
Hiçbir aklı çalışan, parasının kıymetini bilen ‘teyze’ de vermezdi… Şunu bilen bilsindi!
Kamil, rengarenk boyanmış çiçekli sarı metalden iğneleri aldı gitti.
Kızlar da yakalarında iğnelerinin bıraktığı delikleriyle, yarıda bıraktıkları oyunlarına geri döndüler.