Müge İplikçi: ’Zeytin Dalı’ndan herkese merhaba efendim. Üç aylık edebiyat dergimiz Notos’un 100. sayısı çıktı. Biz de bugün Notos’un Genel Yayın Yönetmeni sevgili Semih Gümüş’ü ağırlıyoruz. Merhaba, hoş geldin Semih.
Semih Gümüş: Hoş bulduk Müge. Nasılsın?
Müge İplikçi: İyiyim. Hayırlı uğurlu olsun 100 sayı. Neler neler yaşadığına tanıklık etmiş biri olarak, hakikaten büyük başarı diyorum ve tekrar kutluyorum seni ve ekibini.
Semih Gümüş: Sağ ol. Çok teşekkürler.
Müge İplikçi: Evet. Dile kolay 18 yıldır edebiyat dünyasında böyle bir dergiyi sürdürüyorsun. Nasıl başladı? Nasıl gelişti bu yolculuk? İlk başta bunu dinlemek istiyorum senden.
Semih Gümüş: Mügeciğim, on beş yıl boyunca kesintisiz çalıştığım Adam Yayınları’ndan 2016 senesinde ayrıldıktan sonra, diyebilirim ki işsiz kaldım. Yapabileceğim tek şey vardı: Yayıncılık. Şimdi bugünden geriye dönüp baktığımda, 45 yıl olmuş yayıncılık yapmaya başlayalı.
Müge İplikçi: O kadar oldu mu?
Semih Gümüş: O kadar olmuş, evet. Bu yayıncılık süresi boyunca, sanıyorum, dergicilik kitap yayıncılığından daha çok öne çıktı hep. Bugün geriye dönüp baktığımda, kitap yayıncılığından daha çok, dergi yayıncılığına, dergi editörlüğüne daha tutkuyla bağlı olduğumu söyleyebilirim. Ne yapacaktım? Yine bir yayınevinde çalışabilirdim ya da kendim bir küçük yayınevi kurabilirdim. İlki bana pek gerçekçi gelmedi. Dolayısıyla kendim bir yayınevi kurmaya karar verdim. Ama belli bir sermayesi olmayan bir yayınevi girişimi riskliydi elbette. Fakat yine de 18 yıl önce bugünkünden çok daha kolaydı. Yayınevini kurduğum zaman da bu yayınevinin mutlaka bir dergisi olması gerektiğini düşündüm. Hatta bunun da ötesine geçerek, derginin, yayınevinin koçbaşı olması gerektiğini düşündüm. O da bir öykü dergisi olabilirdi. Bugün hâlâ öyle mi tam olarak bilemiyorum, ama bence, o yıllarda öykü dergilerinin şansı her zaman daha fazlaydı. Dolayısıyla çok uzun bir süre geçmeden belli bir okur kitlesine ulaşabilir ve okur kitlesi, dergiyi, dolayısıyla yayınevini ayakta tutabilirdi. Böyle başladım aslında.
Müge İplikçi: Semih, 100 sayı, dile kolay. Bunu düşündüğümüzde sen neleri hatırlıyorsun? “Nasıl zorluklar çektin?” demek istemiyorum ama önemli, zihninde kalmış olan ve bugün bu işi yapacak olan genç arkadaşlara yol gösterebilecek şeyler vardır mutlaka. Nedir onlar?
Semih Gümüş: Edebiyat dergisi yayıncılığından söz ettiğimiz zaman, onu yapan kişiler olarak, zorluklarla karşılaştığımızdan söz etmek doğru olmaz bence. Çünkü bu zaten baştan bilinen bir şey.
Müge İplikçi: “Zaten biliyordum,” diyorsun?
Semih Gümüş: Elbette. Zorluklarla karşılaşacağız. Önemli olan, o zorlukları nasıl yenebiliriz ve derginin ömrünü nasıl uzun tutabiliriz? Bunun için bazı şeyler düşündüm. O güne kadar alışılmış edebiyat dergilerinden biraz daha farklı olmalı, dolayısıyla o farkıyla ilgi çekebilmeliydi. Birincisi, tasarımdı. O yıllarda, öteki edebiyat dergileri birbirine biraz daha çok benziyordu. Okuru hemen daha kolayca çekebilsin diye, tasarımından, kapağına, içine kadar, farklı ve albenili bir görüntüsü olması gerektiğini düşündüm. Hatta kitabevlerinin dergi reyonlarında, öteki popüler aktüel dergiler arasında Notos, adeta onların yanında eli onlara uzanan bir okurun hemen ilgisini çeksin diye tanımlıyordum.
İkincisi, dergilerde yapılan yanlışlardan birisi, genelde kendilerine gelen ürünlerle derginin o sayısını hazırlamaktır. Oysa bu bir süre sonra her sayının birbirine benzemesine yol açar. Ne yapmak gerekirdi? Her sayının büyük bölümünü -ben onu belli oranlara ayırmıştım- %75’ini yalnızca o sayısı için önceden hazırlamak. Dolayısıyla, her sayı önceden dergi yönetimi tarafından hazırlanınca, zamanla, okurun ilgisini çeken, beklediği, merak ettiği sayılara dönüşüyor. Her sayıda okurun ilgisini çeken bir konu, bir dosya çalışması olmalı. Ama burada bunu öylesine yapmak değil, 40 yıl, 50 yıl sonra da dönüp bakılacak kaynaklar olarak hazırlamak, o niteliklerde hazırlamak gerektiğini düşündüm.
Notos’u birinci sayısından itibaren bu şekilde hazırlamaya başlayınca, onu ayakta tutmaya başlayan özellikler oldu ve kısa sürede belli bir okur çevresine ulaştı. Tabii o, dergiyi rahatlatan bir satış sayısı değildi elbette. Ama bir potansiyeli olduğunu görüyordum. 23 yıl sonra Notos artık kendi yağı ile kavrulan hatta o küçük yayınevimize, Notos Kitap Yayınevi’ne katkıda bulunmaya başlayan bir dergiye dönüştü. Hemen sonraki yıllarda, 5-6 yıl sonra, Türkiye’de en yaygın dağıtılan ve en çok satılan dergilerden biri, belki de birincisi oldu. Genç, yeni dergicilere, dergi editörlerine bütün bunları göz önünde tutmalarını öneririm. Dergicilik çok meşakkatli bir iş. Ondan söz etmemek olmaz. Çünkü periyodik bir yayından söz ediyoruz. Biri yayınlandığı zaman hemen öbür sayının, sonraki sayının çalışmaları başlıyor. Kesintisiz bir iş ve çalışma süreci içindesiniz dergicilikte. Bunu göz önüne almak gerekiyor.
O yalnızca bir edebiyat dergisi değil. Medya holdinglerinin yayınladığı bütün dergiler arasında, onlarla aşık atabilen bir dergi.
Müge İplikçi: Bir de araya pandemi girdi, değil mi? Pandemi ile gelen bir ekonomik darboğaz, hiç yaşamadığımız kadar köşeye sıkıştırdı bizi. Notos’un da bu anlamda sıkıntılar yaşadığını biliyorum. Biraz da bunu konuşmak isterim seninle.
Semih Gümüş: Notos’un şöyle bir özelliği vardı: Baştan Notos’u dergicilik sektörünün bir parçası olarak tasarladık. Hep bunu düşünüyordum. O yalnızca bir edebiyat dergisi değil. Medya holdinglerinin yayınladığı bütün dergiler arasında, onlarla aşık atabilen bir dergi. Sektörün önemli unsurlarından, önemli bileşenlerinden biri olarak tasarladık. Bu benim için çok önemliydi. Yani bu işi yapıyorsak, böyle olmalıydı. Ama pandemi ile şöyle bir sorunla karşılaştık: O güne kadar hiçbir sayısı bir tek gün bile aksamayan dergimize, bir sayı ara verdik. Bu kaçınılmaz bir araydı. Çünkü evlere kapanmıştık. Kitabevleri kapalıydı. Dolayısıyla derginin dağıtılıp, bulunup, satılacağı yerler zaten bir süre kapalıydı. Dergimize bir sayı ara verdik. İlk kez oldu bu. Çünkü 18 yıl boyunca, derginin hiçbir sayısı bir tek gün bile aksamadan yayınlanmıştır. Bu, dergicilik yapmak isteyenlere söyleyebileceğim en önemli şeylerden birisi. Çünkü derginin çıkış tarihi aksamaya başlayınca, o dergi aşağı doğru inmeye başlar.
Pandemi, ilk bir yıl boyunca Notos’u ve yayınevini çok fazla etkilemedi aslında; her şey normal gidiyordu. Küçük bir sorun oldu ama fazla etkilemedi bizi. Asıl sorun, ondan sonra başladı. Ona ne ad verilir bilmiyorum. Ben “döviz krizi” diyorum. Hepimizin şu anda hâlâ içinde yaşadığı gibi, asıl büyük darbe ondan sonra geldi. Bugün, dergicilik ve kitap yayıncılığı, yani bütün olarak yayıncılık dünyamız, bu döviz krizinin ağır tehdidi, baskısı altında ve işler gerçekten çok ama çok zorlaştı.
Müge İplikçi: Evet, çok zorlaştı hem de öyle böyle değil. Ama Notos, okur kitlesini kaybetmeden, o skalayı sürekli yükselterek devam ediyor. Çıta her zaman zirvede. “Bunu neye borçlusun?” diye bir kez daha sormak istiyorum. Evet, sürekliliğe, devamlılığa temas ettin. Ama içerik de kıymetli. “Ödün vermediği şeyler var” diyorsun, bu derginin önsözünde, başlangıç niteliğindeki o yazıda. Biraz onu dinlemek istiyorum. Bu kaliteden kastedilen neydi?
Semih Gümüş: Onların içinde olduğumdan değil ama meraklı olduğum için, başından beri, sektörü, yani gazeteleriyle, dijital platformuyla, medyayı çok yakından izlemeye çalışıyorum. Genellikle popüler olana bir ilgi vardır. Hep ‘’popüler olan tutar. Ağır abi, ağır abla olmaya çalışırsanız, sınırlamaya başlarsınız kendinizi’’ denir. Aslında bu doğru değil. Sonuçta bir edebiyat dergisi yayınlıyoruz ve edebiyat dergisi okurlarının, nitelikli olana yöneleceği muhakkaktır. Örneğin biz ne yaptık? 18 yıl boyunca, 100 sayı boyunca -yalnızca 50. sayımız dışındaki o özel bir tasarıyla hazırlanmıştı- hiçbir yazardan, dosya konuları dışında, hiçbir öykü, yazı, ürün istemedik. Çünkü dergiye güveniyorduk. Bunu yaptığımız zaman, sayfalarımızı yeni ve genç yazarlara daha çok açma olanağına sahip olacaktık. Bu, bence önemli.
İkincisi, nitelikten söz ettiğimiz zaman, edebiyatın niteliğinden söz ediyoruz. Özellikle Notos’un satışını olumsuz etkileyen etkenlerden biri, sınırlı olarak pandemi. Asıl büyük olarak döviz krizi. Ama bir de edebiyatı bir bakıma ayağa düşüren, popüler, adına edebiyat dergisi dedikleri dergilerin, art arda çıkıp çok geniş okur çevrelerine ulaşması, Notos’un satışını bir ölçüde olumsuz etkiledi. Bunu da söyleyebilirim. Biz ona rağmen, onlar gibi olmayı hiçbir zaman aklımızdan zaten geçiremezdik. Nitelikli edebiyat dediğimiz, edebiyatı her anlamda korumak, her sayımızın, her sayfasını, her satırını ona uygun bir biçimde gerçekleştirmek için çok çaba gösterdik. Bunun için çok çalışmak gerekiyor.
Daha önce de biraz söz ettim. Notos’un başarısının en önemli nedenlerinden biri, çok çalışmaktır. Biz şimdi küçük bir ekibiz; altı kişilik bir ekibimiz var. Dergiyi de kitapları da bu altı kişilik ekiple hazırlıyoruz ve yayınlıyoruz. Bizim işimiz çok çalışmak. Çok çalışmak, her zaman daha iyi, daha nitelikli işler yapmayı kendiliğinden getiriyor zaten. Bu işler az çalışarak, öteki işlerimizin arasında buna da biraz vakit ayırarak olacak şeyler değil pek. Böyle bir dergicilik yapmak istiyorsanız, öyle olmaz. Nitelikli edebiyatın izinde olmak bizim mottolarımızdan biri. Sürekli bunu söylüyoruz, çünkü edebiyat dünyamızda bu ayrımı yapmak gerektiğini her zaman savunuyorum. O yüzden çok öne çıkarıyoruz bunu.
Müge İplikçi: “Nitelikli edebiyatın peşinde olmak” diyorsun ya, okurunuz da böyle bir kitle sanırım. “Tarif et” deseler, yaş açısından ya da kadınlar mı daha çok bu işin peşinde, üniversite gençleri okuyorlar mı? Onu da merak ediyorum açıkçası.
Sürekli okuyan, meraklı olan gençlerin, bütün gençlik içinde bir azınlık olduğu söylenebilir ama o azınlık her şeyi yaşatmaya yeter aslında.
Semih Gümüş: Ben 45 yıldır yayıncılık yapıyorum. Bunun 40 yılı tamamıyla edebiyat dergiciliği ve edebiyat kitapları yayıncılığı ile geçti. Çok uzun yıllara dayanan bir gözlemim olduğu için şunu söyleyebilirim: Dergilerin ve kitapların asıl alıcısı gençlerdir. Gençlerin okumadığı gibi bir düşünce vardır. Bu bir şehir efsanesi. Tabii ki ülkenin nüfusu çok fazla arttı. Sürekli okuyan, meraklı olan gençlerin, bütün gençlik içinde bir azınlık olduğu söylenebilir ama o azınlık her şeyi yaşatmaya yeter aslında. Dolayısıyla Notos’un alıcılarının büyük bir bölümü gençler. Üniversite öğrencilerinin arasında önemli bir yeri var. Her zaman dergilerin ve kitapların %60 alıcısı kadınlardır zaten. Genç ya da yetişkin. Bu istatistikleri böyle veriyorum ama gerçekten uzun yıllar gözlemlerime dayanarak söylüyorum bunu. Çünkü bunların üstünde hep düşündüm. Yalnızca uzaktan bakarak değil, yakından bakıp bunları ölçmeye çalışarak geçen on yıllar içinde, böyle bir istatistiğe ulaştığımı söyleyebilirim. Dolayısıyla kadınların ve gençlerin oranı çok yüksek.
Ama şimdi, dergilerin o kadar değil de, kitap fiyatlarının ne kadar yüksek olmak zorunda olduğunu düşünürsek, yani bu toplumdaki insanların alım gücüne göre çok ama çok yüksek olduğunu düşünürsek, gençlerin payı da, bütün satılan kitaplar ve dergiler arasında sanırım kaçınılmaz biçimde düşüyor. Düşünsenize, 300 TL. vererek bir kitap satın alan bir üniversite öğrencisi, bir sonraki kitabı ne zaman alacak? Çok zor. Notos’un fiyatı kitaplara göre çok daha ucuz olmakla birlikte, onun, periyodik yayın oluşu, her sayısının alınması gereği, genç okurlarımızın sayısında görece bir azalmaya neden olmuştur. Ama bunu tam ölçmüş değilim.
Müge İplikçi: Gençler dedik ya, üniversite öğrencileri, üniversitedeki gençler. Ben bir de lisedekileri merak ediyorum. Çünkü orada da çok ciddi bir potansiyel var. Bunu ölçme şansın olmamıştır ama dolaylı da olsa bir fikrin var mı? Lisede Notos Öykü ile buluşan öğrenciler var mı?
Semih Gümüş: Mutlaka var. Bildiklerimiz duyduklarımız oluyor ama bu konuda ayrıntılı bir bilgiye sahip değilim gerçekten.
Müge İplikçi: Örneğin, edebiyat öğretmenlerinden talepler geliyor mu?
Semih Gümüş: Edebiyat öğretmenlerinden çok güçlü bir talep olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla lise öğrencilerine edebiyat öğretmenleri aracılığıyla ulaşıyor. Ama herhalde onun oranı küçüktür.
Müge İplikçi: Peki Anadolu’ya ulaşma ne oranda? Dağıtımcıya sormak lazım aslında bunu.
Semih Gümüş: Yakın bir geçmişe kadar, Notos’u, bütün Anadolu’da, bütün ülkede en yaygın dağıtılan edebiyat dergilerinden biri olduğunu söylemiştim. Dolayısıyla Notos 71 il sınırlarında yaklaşık 1000’e yakın satış noktasında bulunuyordu. Ama bugün öyle değil. Ülke çapında dağıtım, tek bir tekelin elinde. Onun da dergilere getirdiği çok büyük bir maddi yük var. Bu döviz krizi ile onu karşılayamaz hale gelince, biz de genel dağıtımdan çekildik. Daha sınırlı bir dağıtım yapıyoruz şu anda. Bu bizim en çok üzüldüğümüz şeylerden biri. Sen programın başında Notos’un 3 aylık dergi olduğunu söyledin ama bu benim içim cız ettiriyor. Aslında Notos 18 yıl önce 2 aylık bir dergi olarak yayına başladı. Öyle olması gerekiyor. Ama tamamıyla ekonomik nedenlerle, şu an içinde bulunduğumuz büyük çöküş nedeniyle 3 aylığa dönüştürdük. Çünkü amacımız Notos’u yaşatmak. Bütün bu güçlükler karşısında Notos’un yayın hayatına son vermek de düşünülebilirdi. Belki başkaları böyle düşünürdü. Çünkü bize bir mali yükü var artık Notos’un. Ama Notos’u yaşatmak gibi ciddi bir azmimiz ve kararlığımız olduğu için, iki büyük geri çekilme ile yayınını böyle sürdürüyoruz.
Müge İplikçi: Kafamı kurcalayıp duran önemli bir şey daha var: 80’li ve 90’lı yıllara bakıldığında Notos’un şu anki yerini nasıl değerlendirebiliriz? Kısacası, iyi bir yerde miyiz?
Semih Gümüş: Bence iyi bir yerdeyiz. Daha önce, benim yayın yönetmeni ya da yöneticisi olarak içinde bulunduğum başka dergiler de oldu. Bunlar arasında 1981 yılında yayınlanıp, 5 yıl yayın yönetmenliğini sürdürdüğüm Yarın dergisi var. 12 Eylül döneminin hemen ertesinde yayınlanan çok önemli bir dergiydi. Önemli bir işlevi vardı. İkincisi, 1995 yılından 2005 yılına kadar, Adam Yayınları’ndan ayrılığıma kadar yayınlanan Adam Öykü dergisi vardı. O da hayatımdaki ikinci önemli dergi. Adam Öykü’nün, benim dışımda herkes tarafından kabul edilen çok önemli bir işlevi oldu; yerine getirdi bunu. Üçüncüsü de Notos. Ama benim kalbim hep daha çok Notos’ta; Ömrü ötekilerden çok daha uzun oldu. 18 yıl gerçekten uzun bir zaman. Şimdi hâlihazırda yapmakta olduğum iş de Notos. Dolayısıyla Notos’un bendeki yeri ayrı.
Bugün, en az sayıda edebiyat dergisinin yayınlandığı dönemdir. Bu da, ülkenin bütün kültürü için, edebiyat ve yayıncılık dünyamız için önemli bir sorun ya da üzücü bir durum diyebilirim.
Geçen o yıllara baktığımızda, 1980 ‘lere 90’lara baktığımızda, Notos’un o dönem içinde de en önemli edebiyat dergilerinden biri olarak anılacağını sanıyorum. Bundan kuşku duymuyorum. Ama şunu da söylemek gerekir; 1960’ların sonlarını, ikinci yarısını 1970’lerde yayınlanan dergileri de biliyorum. Bugün, en az sayıda edebiyat dergisinin yayınlandığı dönemdir. Bu da ülkenin bütün kültürü için, edebiyat ve yayıncılık dünyamız için önemli bir sorun ya da üzücü bir durum diyebilirim.
Müge İplikçi: Semih, Adam Öykü dergisinin özellikle benim kuşağımda çok önemli bir yerde durduğunu teslim etmek durumundayız. O anlamda sen bizim ustamızın.
Semih Gümüş: Estağfurullah.
Müge İplikçi: Öyle tabii. Seni o sayede tanıdık sevdik ve başımızın tacı ettik. Haksız da değiliz. Oradan çıkan yazarlara baktığımızda, bugün üç aşağı beş yukarı hepimiz piyasadayız ve Adam Öykü bizim hayatlarımızda gerçekten çok önemli bir yerde duruyor. Bu anlamda Notos’un böyle bir işlevi de var mı ya da olacak mı? Mesela bu sayıda Kadire Bozkurt’u görüyorum. Kadire Bozkurt’un kitabı da çok iyiydi. Ne dersin buna?
Semih Gümüş: Ben aynı işlevi yerine getirdiğini düşünüyorum Müge. Belki Adam Öykü kadar yaygın olmamakla birlikte, Notos çevresinden, en azından benim çok ama çok önemli bulduğum, çok iyi olduğunu düşündüğüm pek çok yazar çıktı. Bunların çoğu öykücüydü. Roman yazarları da vardı ama çoğu öykücüydü. Sen Kadire Bozkurt adını verdin, şimdi ben sıralamaya kalksam pek çoğunu hatırlayamam, ama örneğin o sayıda, şimdi yeni bir yazar olduğu için özellikle okurların dikkatini çekmek istediğim Özlem Dikeçligil var. Hayalet Bakıcısı adlı kitabı da yeni yayınlandı. Özlem Dikeçligil’in çok ama çok önemli bir yazar olduğunu düşünüyorum. Onun dışında o kadar çok sayıda var ki Notos çevresinde ve Notos içinden çıkmış. Ben Adam Öykü’ye benzer bir işlevi yerine getirdiğini düşünüyorum. Ama zaten benim amacım bu. Daha çok yeni yazarlarla, genç yazarlarla iç içe olmak ve ilgilenmek. Sen de bilirsin, biraz uzak durduğum ve kaçtığım için, benim edebiyat dünyasıyla pek fazla ilişkim yoktur.
Müge İplikçi: Mesafe koymak diyelim şuna. Gelenek devam ediyor diyoruz, tamam, bunu teslim ettik. Notos’un bir başka geleneği başlattığını da söyleyebiliriz. İlginç saha araştırmaları yaptı ve edebiyatın farklı kulvarlarında, farklı ünlemler ve soru işaretleri oluşturdu. Hatta kimilerinde, “Bu nasıl bir sonuçtur?” dediğimiz sonuçlar oldu. Bir de onu sormak istiyorum sana.
Semih Gümüş: Güzel bir konu bu. Notos, ikinci sayısından başlayarak kapağına çok önemli dosya çalışmaları çıkarmaya başladı ve bir de her yıl bir konuda bir soruşturma başlattı. Bu soruşturmaları bilirsin, pek çok dergi ve hatta gazete, dijital yayınlar tarafından da yapılagelmekte. Ama biz şöyle düşündük: Bu soruşturmalarımız öyle önemli ve ciddi olsun ki, öyle iyi hazırlansın ki adeta dönemi için bir belge, ileride dönüp bakılacak bir belge oluştursun. O yüzden sık sık yapmak yerine, her yıl bir soruşturma yapmak ve bunu da çok iyi hazırlanıp sonuçlarını çok iyi derlemek gerektiğini düşündük. Tabii bir soruşturmanın güvenilirliği ona katılanların sayısının çokluğudur aslında. Yani bir soruşturma yaparsınız, 10 kişiye sormakla 500 kişiye sormak arasında sonuçların güvenirliği bakımından bir fark vardır. Biz ikincisini çok ısrarla yapmaya çalıştık. Öyle de oldu. Tabii bunlar tartışma getiren konular da oluyordu. Örneğin, “Yüzyılın 40 Önemli Romancısı”, “Yüzyılın 40 Önemli Öykücüsü.” Özellikle bu ikisi çok tartışılmıştır. Tabii kızanlar olmuştur. Ama biz çok kararlı biçimde 18 yıl boyunca bu soruşturmaları sürdürürsek, sonunda bu gelenekselleşmeye başlar ve dediğim gibi, dönüp bakılacak, kalıcı belgelere dönüşür. Bundan 18 yıl önce Yüzyılın 40 Öykücüsü ya da Yüzyılın 40 Romancısı başlığıyla bir soruşturma yapmışız. Aradan geçen 18 yılda Türkiye çok değişti, toplum çok değişti. Dolayısıyla 18 yıl önce durumumuz neymiş diye bakılabilir onlara. Tabii bunlar çok tartışma yarattı ama ben onların çok önemli, yararlı, işlevli olduğunu düşünüyorum.
Bir de atlamadan şunu söylemek isterim: Bizde ilk kez bir dergi tarafından yapıldı. Hatırladığım kadarıyla, daha önce Radikal gazetesi bir kere yapmıştı bunu. Yani bütün gazeteyi, kendi dışındaki bir editöre verme işini. Ama dergilerde ilk kez yapıldı ve biz buna yıllar önce başladık. Her yıl bir sayımızı, kendimizden olmayan, dışarıdan bir yazara veriyoruz. Onu editör olarak seçiyoruz ve ona biz hiç karışmayacağız, sen o sayıyı nasıl yapmak istiyorsan yap. Biz sadece sana lojistik destek vereceğiz, diyoruz. Bu ilk kez yapılıyordu ve sonuçları çok iyi oldu. Bugüne kadar Enis Batur, Ahmet Ümit, Meltem Gürle, Armağan Ekici, Murat Gülsoy, Nilüfer Güngörmüş, Derya Bengi, Burhan Sönmez, böyle sayılar hazırladılar. Bunu da çok önemli buluyoruz. Bir dergicilik deneyimi olarak geleceğe aktarılabilir.
İsteyen bütün okurlar e-dergi olarak Notos’a ulaşabilir. Önce bunu belirtmek istedim. Biz böyle şeylere çok yatkın bir anlayışa sahibiz.
Müge İplikçi: Bu gelenekleri çok önemsiyoruz, bize ve edebiyata açtığı kapıları, eşikleri bağrımıza basıyoruz. Ama bir de şu var: Artık dijital çağa geçtik. Bu elimde tuttuğum güzelim dergi, yerini, çoğunlukla dijitale bırakan başka kaynaklarla yarışmak durumunda. Bunu nasıl değerlendiriyorsun? Hâlihazırda çevrimiçi sayısız dergi ve yayın varken, Mustafa Delioğlu’nun muhteşem kapaklarıyla birlikte karşımıza çıkan bu dergiyi inatla çıkarmak bir risk değil mi?
Semih Gümüş: Değil aslında. Bunlar, benim çok uzun yıllardan beri, hayatımıza Google girdiğinden beri düşündüğüm konular. Çünkü ben, yaşımın ötesinde, teknolojiye, internete, dijital olanaklara çok yakın, yatkın bir insanım. Dijital yayıncılık çok ilgilendiğim bir alan. Ama biz yayınevi olarak da bu alanlara çok meraklı ve ilgiliyiz. Örneğin, bu ülkede e-kitaplar yayına başladığı zaman, kitaplarını e-kitap olarak ve çok doğru bir fiyat politikasıyla hazırlayan ilk yayınevlerinden biriyiz. Bizim e-kitaplarımız, örneğin basılı kitapların fiyatının %40’ı dolayındadır. Başka yayınevlerinde bu pek böyle değil. Şu ânda derginin yazarlarıyla yaptığımız anlaşmalar el verdiği ölçüde, kitaplarımızın tamamının e-kitapları, yani dijital olarak da hazırlanmış versiyonları var. İsteyen bütün okurlar e-dergi olarak Notos’a ulaşabilir. Önce bunu belirtmek istedim. Biz böyle şeylere çok yatkın bir anlayışa sahibiz.
Dijital dergilerden söz edecek olursak: Ben çok öteden beri, tıpkı Notos kalitesinde ve içeriğinde bir dijital derginin hayalini kurdum hep. Ama bu çok zor. Çünkü sonuçta Notos’un iyi kötü belli bir fiyatı var, basılıyor, bir para geliyor. Dolaysıyla aynı nitelikte bir dijital derginin yaşayabilmesi ve aynı nitelikte hazırlanabilmesi için yine bir ekip gerekir. O ekibe nasıl ücret vereceksiniz? O dijital dergi nasıl para kazanacak? Elbette reklâmlarla. Ama biz de edebiyat yayıncılığı yapıyorsak, onun içindeki bileşenlerin dışında, başkaları reklam vermek gibi bir heves içinde olmuyor hiçbir zaman. Biz böyle bir kültüre sahibiz. Dolayısıyla onu yaşatmak ve sürdürmek, şu anda olanaksız. Belki ileride olabilir. Örneğin bunun bir seçeneği, aynısı değil ama bir başka anlayışta “oggito.com” diye bir şeyi kendi kendime, herkesten, her şeyden, hatta yayınevinden de bağımsız tasarladım ve sürdürüyorum. Gelecekte, örneğin bir Ana Britannica gibi büyük bir arşiv oluştursun istemiştim. Tabii bunun ne kadar zor olduğunu gördüm ama hâlâ kör topal sürdürmeye çalışıyorum. Çok önemli buluyorum böyle şeyleri.
Neden tehlike değil? Çünkü bizde hâlâ kitapların ve dergilerin satışı çok düşük. Örneğin 15-20 yıl öncesine artmış olmasına rağmen, bence hâlâ düşük. Dolayısıyla kitapların pek çoğu 1000-2000 basılıyor. Bu artık bir dip nokta. Dijital olan, bunu hiçbir zaman tehdit etmez, onun yerine geçmez, çok fazla etkilemez. Yayımladığımız dergilerin satışları da on binlerce değil ki. On binlerce olduğu zaman böyle bir tehlikeden söz edilebiliriz, ama biz böyle bir durumda değiliz. Dolayısıyla bir yandan, basılı dergilerimiz uzun bir süre, göremediğin kadar uzun bir süre daha devam edecek. Aynı zamanda dijital dergiler, dijital yayınlar da niteliklerini de geliştirerek sürecek.
Zambra’dan söz edince gerçekten heyecanlanıyorum. Hatta tüylerim diken diken oluyor çünkü olağanüstü bir yazar.
Müge İplikçi: Yayın dünyamızın Don Kişot’larından biri olarak, tüm bu yaşananlara rağmen, sözünü ettiğin ‘Notos Kitap’a da bir parça değinmek istiyorum. Zambra’yı bu yayınevi sayesinde tanıdım ve bir kez daha minnettarım. Son olarak neler yayınlandığını ve şu aralar neler yayınlanacağını duyayım, sonra da vedalaşalım.
Semih Gümüş: Zambra’dan söz edince gerçekten heyecanlanıyorum. Hatta tüylerim diken diken oluyor çünkü olağanüstü bir yazar. Üstelik genç, en azından benden çok genç. Olağanüstü bir yazar gerçekten. Hatta Alejandro Zambra son 10 yılda okuduğum, gördüğüm en iyi yazar diyebilirim. Kendimce bir iddia tabii, başkalarını ilgilendirmez. Ama onun yayıncısı olmak da büyük bir mutluluk. Zambra’yı bize Amerika’da yaşayan yazar arkadaşımız Faruk Ulay önermişti. Biz tanımıyorduk, bilmiyorduk Zambra’yı. Faruk Ulay’ın sözüne de çok güvendiğimiz için hiç düşünmeden hemen yayın haklarını istedik, aldık ve Bonzai romanı ile yayınlamaya başladık. Ondan sonra da devam etti. Kısa bir süre sonra gördük ki Zambra kitapları burada da bir okur oluşturdu kendisi için ve bu hâlâ devam ediyor. Bizim küçük yayınevimizde sürekli satışı olan kitaplar arasındadır Zambra kitapları.
Onun dışında, çok iyi başka yazarlar da bulmaya çalıştık ama olanaklarıyla ya da yazar kataloglarıyla aşık atamayacağınız, rekabet edemeyeceğimiz çok büyük yayınevleri var. O zaman, bizde pek bilinmeyen ama bulundukları ülkelerde, bölgelerde öne çıkmaya başlamış, pırıltısı olan yazarları arayıp bulalım ve onları yayınlayalım diye düşündük ve böyle yapmaya çalıştık. Bunlar arasında çok ilgi görenler oldu. Örneğin Brenda Lozano çok çok genç bir yazar. Onun iki kitabını yayınladık. Çok ilgi gören yazarlardan. Paulina Flores’in bir öykü kitabını, bir romanını yayınladık. O da ilgi gören bir yazar. Bunlar çok genç yazarlar. İspanyol Andres Barba var. Barba zaten kendi ülkesinde çok önemli bir yazar. Ama onu yayınlamak da bizim için gurur verici. İngiliz Tom McCarthy var; çok sıra dışı, önemli bir yazar ama aynı zamanda zor bir yazar. Kitapları burada pek satılmadı ama onu yayınlamak da çok önemliydi. Yuri Herrera, Horacio Castellanos Moya. Bu isimler, burada hiç bilinmeyen yazarlardı; bizim bulduğumuz, keşfettiğimiz demeyeyim ama buraya getirdiğimiz yazarlardı. Macar Ferenc Karinthy ya da Çeklerin, “Kafka’dan sonra en önemli yazarımız” dedikleri Bohumil Hrabal var. Burada da kitapları çok ilgi görüyor. Böyle yazarlar peşindeyiz yani. Ama artık tek bir kitabı yayınlamak bile o kadar zorlaştı ki, bizim bu hevesimiz ve hızımız biraz yavaşlamaya başladı. Neyi bekliyorum?
Müge İplikçi: Neyi bekliyorsun Semih?
Semih Gümüş: Şu ekonomik darboğazdan çıkacağımız, dolayısıyla Notos’un da eski hızına kavuşacağı yılları bekliyorum. Sanıyorum gelecek ama o geleceğe kadar biraz dayanmak gerekiyor.
Müge İplikçi: Dayanacağız Semih Gümüş, dayanacağız. Zeytin Dalı’na katıldığın için ve tabii Notos için, edebiyat dünyamıza kattıkların için minnettarım, sağ ol, var ol.
Semih Gümüş: Mügeciğim çok teşekkür ederim, sağ ol. Ben de sana kolaylıklar diliyorum, sevgilerimi iletiyorum.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal