Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

Beş ay önce yüklüce bir fiyata aldığımız biletlerimizle anca bulabildiğimiz birinci balkonun ön sırasına kuruluyoruz. Zorlu PSM’nin görkemli büyük salonu burası. Uzun bir süredir çılgınca reklamı yapılan AF!FE’yi izlemek için hazırız. Hınca hınç dolu genellikle üst-orta sınıf kalabalığın arasında gözlerimi gezdiriyorum. Her sanat etkinliğinde olduğu gibi izleyici topluluğunun çoğunluğu kadın. Bu insanların acaba kaçta kaçı “Bahar” dizisiyle şöhretinin doruğunda gezinen Demet Evgar için gelmiştir diye düşünmeden edemiyorum. Afife Jale’nin trajik yaşam öyküsünü duyan, bilen kaç kişi acaba? Umarım bunca tantanaya lise müsameresi gibi bir şey izlemeyiz diye de geçiveriyor aklımdan. İçimdeki bu alaycı sesi derhal susturuyorum. Bir kere kadrosunda Tilbe Saran olan bir oyun kötü olamaz diye yatıştırıyorum kendimi. Nasıl New York şehri Broadway şovlarıyla parlıyorsa, İstanbul’da yaşamanın ayrıcalığı da böyle dev prodüksiyonlar olmalı, değil mi ya? Hem maliyeti düşük olsun diye dekorsuz, kostümsüz, minimum kadrolu tiyatro oyunlarının deneysel diye ortalıkta gezmesinden homurdanan ben değil miydim?

 AF!FE daha ilk dakikadan itibaren kafamdaki tüm soru işaretlerini bir kalemde siliveriyor. Bir kere arka plandaki devasa iç bükey ekran, sahneyi daha da derinleştirip içeriği görsel olarak zenginleştirmiş. Belli aralıklarla Demet Evgar’ın yüzüne odaklanmak için kullanılan ve dev ekrana yansıyan steadicam kamera çekimleri dramatik etkiyi daha da arttırmış. Sahnede dolaşan kameramanın yabancılaştırma unsuru olma riskine rağmen bence etkileyicilik bozulmamış. Bu hayli cesur reji hamlesinden ötürü Serdar Biliş’i kutlamak lazım. Prodüksiyonun büyük bütçesi teknoloji kullanımından hemen belli oluyor. Çember biçiminde sürekli dönebilen ve ray üzerinde dekorların ilerleyebildiği ve öne arkaya kayan sahne platformu oyuna akışkanlık ve dinamizm katıyor. Kendimizi 1920’lerde işgal edilmiş İstanbul sokaklarında buluveriyoruz. Sahnede dönen tramvay, önlü arkalı kayan aynalı tiyatro kulisi, MAXİM gazino hayatının ışıklı dekorları gerçekten göz kamaştırıcı. Oyunun tümünde ses, ışık, sahne ve kostüm tasarımları çok başarılı.

 En büyük alkış ise kuşkusuz oyuncu kadrosuna. Demet Evgar bence komediyi bırakıp dram oynamalı. Gerçekten çok güçlü bir oyuncu Evgar. Oyunda cesur ve öncü bir kadın olmanın tüm iniş çıkışlarını, hayal kırıklarını, korkularını ve kırılganlığını aynı anda izleyiciye geçirebiliyor. Trajik sona doğru Afife’nin sanrılarını, baş ağrılarıyla gelen morfin bağımlılığını ve kibrit gibi tutuşarak kendinden sonra gelen kadınların yolunu açmasını Evgar’ın olağanüstü oyunculuğuyla izliyoruz. Tilbe Saran ve Necip Memili’nin tüm oyun boyunca Ermeni şivesiyle farklı karakterlere bürünmeleri kuşkusuz oyunun başarısındaki en büyük etkenlerden.

 Evet, bu oyun Afife’nin birebir hayat hikâyesi değil, ama tiyatronun sönmez bir meşale olduğunu sayıklayarak, Afife Jale’nin Bakırköy Akıl Hastanesi’nde yapayalnız öldüğünü biliyoruz. Öldüğünde henüz otuz dokuz yaşında olduğunu ve cenazesine sadece dört kişinin katılmış olduğunu da. Yüzyıl öncesinin kadın hikâyeleri hâlâ ne kadar da hayatımızın içinde. Hâlâ ne kadar can yakıcı? AF!FE, her türlü şiddetin reva görüldüğü, gücünden kıskanılan, cesareti sorgulanan ve kudretinden korkulan kadınlara adanmış. Dakikalarca ayakta alkışlanan oyundan çıkıp İstanbul’un gecesine karışırken bir kez daha tiyatronun dönüştürücü gücüne inanıyorum. Afife’nin söylediği aslında tüm cesur kadınların ortak cümlesi: “Gerçekler rüyaya karışabiliyorsa şayet, rüyalar da neden gerçek olmasın?”