İlk kez 2011 yılında yayınlandığında televizyon tarihinin en etkileyici politik dizisi olarak küresel beğeni kazanan Borgenneredeyse on yıl aradan sonra dördüncü sezonuyla Netflix’de. Danimarkalı oyuncu Sidse Babett Knudsen’ın olağanüstü oyunculuğuyla ilk üç sezon başbakan olarak hayat verdiği Birgitte Nyborg, yeni sezonda koalisyon hükümetinin dışişleri bakanı olarak geri dönüyor. Dizinin ritmi bu kez daha düşük, Nyborg karakteri ise çok daha hırslı. Geçen sezonlardan hatırladığımız, korumasını baştan çıkardıktan sonra işten atan çelişkilerle dolu feminist karakterden artık eser yok. Bu kez 53 yaşının kırışıklıkları ve menopoz belirtileriyle çok daha gerçek bir Birgitte var karşımızda. İşkolik, ebeveyn sorumluluklarına pek takılmayan, gözlerinin içi gülerken politik muhaliflerine öldürücü darbeyi vuran Birgitte Nyborg şimdiden dizi tarihinin en akıllıca yazılmış karakterlerinden biri. Onca yılın ardından Borgen’ın çekirdek kadrosu da değişmemiş. Bir medya hocası olarak benim kişisel favorim dizinin gazetecilik boyutu. Televizyon haber odası, siyasetçilerin gazetecilerle ilişkisi, sızdırılan politik haberler, verilen ödünler, muhabirlerin politikacılara bakışı dizinin en sağlam anlatı damarını oluşturuyor.
3. sezonda başbakanın medya danışmanı olarak izlediğimiz Katrine Fønsmark (Birgitte Hjort Sørensen) artık TV1’in haber müdürü olmuş. Siyaset çarklarındaki çatlakları çok iyi bilen Katrine, rakiplerine haber atlatmaya çalışıyor, muhabirlerine editoryal bağımsızlık tanımıyor ve tüm gazeteci yırtıcılığını haber odasına taşıyor. Birgitte’in baş etmeye çalıştığı temel sorular artık Katrine için de geçerli. Mesleği yaparken etik sınırı nereye kadar genişletebiliriz? Artık bu kadarı da fazla dediğimiz nokta neresidir? Eldeki güçle hangi durumlarda ilkeleri göz ardı edebiliriz? Özel hayat ve kamusal sorumluluk arasındaki ince çizgi nerde? Niyetin iyi olması prensiplerin çiğnenmesinde gerekçe olabilir mi? İktidar sahibi bir kadın olunca bu soruların yanıtları değişebilir mi?
İlk bölümün başlığı “Gelecek dişidir” (future is female) olsa da kadınlar her zaman dayanışma içinde değil kuşkusuz. Yeni ve genç Başbakan Signe Kragh (Johanne Loise Schmidt), Brigitte ile aralarındaki ilk görüş ayrılığında “Buz tabakasının üstünde tek başınasın” diye fısıldar ona; “dua et de ayağının altında eriyip gitmesin.” Bu noktada Danimarka siyasetinde tehditler bile düzeyli diye düşünmeden edemiyor insan. Artık dizide çağa uygun olarak sosyal medya baskısı, kuşak çatışması, çevre ve ulusal kimlik meseleleri, Rusya-Ukrayna krizi de yer alıyor. Aslında Danimarka Krallığına bağlı Grönland’da keşfedilen petrol, uluslararası bir krize yol açarak bu Kuzey Avrupa ülkesinin çevreye duyarlı imajını yerle bir ediyor. Bu arada petrolü çıkarmak ve işletmek için küresel şirketler devasa paralar için yarışıyor. Brigitte ise genç bir başbakankenki politik duruşunu ve kişisel onurunu iktidarını koruma uğruna zedelemekten çekinmiyor.
Borgen’ı diğer politik dizilerden ayıran, siyasete insani bir boyut katması, bir kadın politikacının erkeklerden beklenmeyen ölçüde özel hayatında verdiği ödünlere yoğunlaşması, dev ve karanlık siyasi mekanizmanın ardındaki kişisel dramlara, çelişkilere ve iç hesaplaşmalara odaklanması olsa gerek. Dancada “kale” anlamına gelen Borgen’ın aslında kraliyet sarayının halk arasındaki ismi olması bütün bu entrikaları simgeleştiriyor. Hiçbir partiye bağlı olmayan devlet görevlileri, ailesini politik çıkarlar adına kayırmaktan ölesiye korkan bakanlar ve günün sonunda gazetecilik onurunu korumayı ilke edinen editörler falan bize çok yabancı gelse de Borgen üst düzey bir popüler kültür anlatısı olarak kesinlikle izlenmeye değer.