Aralık 1997'de İstanbul-Şişli'de dünyaya geldi. Anadolu yakasında geçen ilköğretim yıllarının ardından, lise eğitimi için Karaköy'deki Saint-Benoit Fransız Lisesi'ne gitti. Burada öğreneceğini hiç tahmin etmediği Fransız diliyle ve yeni insanlarla tanıştı. Beş yıllık lise eğitiminden sonra, gelecekte ne yapacağını pek de bilmeyerek İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya bölümünün yolunu tuttu; ileride ne yapmak istediğini de üniversite yıllarında şekillendirdi. Paris'te Erasmus deneyimi yaşadı. Oradan döndükten sonra, bir yandan eğitimine devam ederken öte yandan da NTV'nin spor servisinde editör olarak staj yaptı. Bein SPORTS’dan sonra kariyerine Medyascope’ta editör olarak devam etmektedir.

2024 yazı bizi spora doyurdu. Avrupa Futbol Şampiyonası, İtalya ve Fransa Bisiklet Turları, Roland Garros, Wimbledon ve büyük kapanış: Olimpiyat Oyunları…

Bu sefer olimpiyat hasretimiz kısa sürdü. 2020 Tokyo, pandemi nedeniyle 2021 yazında yapılmıştı. Bu nedenle oyunlar için sadece üç yıl bekledik. Yeni dünya rekorları, yeni olimpiyat rekorları, ikonikleşen anlar, nefis Paris manzaraları derken pek çok güzel hatıra şimdiden spor hafızamıza işlendi. Bizim açımızdan keyif kaçırabilecek bir detay, Türkiye’nin madalya koleksiyonunun Tokyo’daki kadar büyük olmamasıydı. Tokyo’daki başarılardan sonra Paris’e çok daha büyük beklentilerle gelmiştik ki bu yazının yazıldığı anlarda madalyalarımız sadece Şevval İlayda Tarhan-Yusuf Dikeç ikilisinin kazandığı atıcılık 10 metre havalı tabanca ile karışık gümüş ve Mete Gazoz-Ulaş Berkim Tümer-Abdullah Yıldırmış üçlüsünün kazandığı erkekler takım okçuluk bronz madalyası… Bu madalyalar, olimpiyat tarihinde aldığımız ilk takım madalyaları. Bu da bizim için bir teselli.

Ancak yüzlerde gülümseme bırakan bir olimpiyat dönemi geçirmiyoruz. Bunun nedeni sportif değil. Olimpiyat Oyunları’nın klasikleşmiş mottosu olan Citius, Altius, Fortius’a (Daha Hızlı, Daha Yüksek, Daha Güçlü) son dönemlerde bir de Communiter eklemesi yapıldı. Yani: Hep Birlikte. Hep birlikte ama normlara uymayanlar hariç…

Paris 2024 oyunları hakkındaki tartışmalar daha açılış seremonisi ile başladı. Açılış seremonisinde sahne alan drag queenler ve bazı diğer performansçılar, “LGBTİ+ propagandası yapmakla” itham edildi. Hatta açılış seremonisi, EuroVision’a benzetildi. Oyunları düzenleyen de Fransa olunca gündeme yine Avrupa’nın LGBTİ+’ları tabana dayatma (?) ajandası gündeme geldi. 

Açılış seremonisi yeterli miydi, sahne şovları fazla mıydı, stadyum yerine Seine Nehri’nde yapılması ne kadar doğruydu hepsi tartışılabilecek şeyler. Ancak sadece drag queenler üzerinden daha ilk günden başlayan tartışmalar, zaten saldırmak için bekleyen insanlara büyük bir fırsat oldu. Cumhurbaşkanımız da söz konusu açılış töreni tartışmalarını eniştesi, pardon torunu aracılığıyla takip etmiş, LGBTİ+’ların sahne alacağını öğrenince Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un davetini geri çevirmiş.

Paris 2024 hakkındaki tartışmalarda açılış seremonisi ufak bir yer kaplıyor. Maalesef olimpiyatın en büyük tartışma konusu şüphesiz ki Cezayirli kadın boksör Imane Khelif çevresinde yaşananlar oldu. Khelif’in İtalyan boksör İtalyan Angela Carini ile yaptığı maç çok kısa sürdü. Khelif’in bir kroşesi sonrası Carini maçtan çekildi. Tartışmalar da bundan sonra başladı. Imane Khelif, eşcinselliğin yasak olduğu Cezayir’de kadın olarak doğmuş, kadın olarak büyümüş, kadın olarak yetiştirilmiş bir boksör. Aşina olanlarınız vardır, Caster Semenya tartışmasına benzer bir durumun içinde buldu kendini. Ancak bazı farklarla.

 

Imane Khelif’in erkek olduğu, Carini’yi ringde adeta dövdüğü, Trans sporcuların kadınlarla aynı müsabakalara katılamayacağı söylendi. Son önerme gayet doğru. IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) trans sporcuların müsabakalara katılmasına izin vermiyor ki bence doğru da bir karar. Özellikle erkek kas ve kemik yapısı ile yetişmiş bir sporcunun, kadın kas ve kemik yapısı ile yetişmiş bir sporcuya karşı daha avantajlı olması kaçınılmaz. Ancak Khelif’te durum bu değil. Khelif bir trans değil. Khelif, transfobi hastalığını kusmak isteyenlerin hedef tahtası. Cezayirlinin XY kromozomuna da sahip olduğu ve testosteron seviyesinin gerekenden yüksek olduğu iddia ediliyor. Bu yüzden Uluslararası Boks Federasyonu onu müsabakalardan menetti ancak IOC böyle bir karar almadı ve Khelif’i Paris’e davet etti. IOC’nin verdiği karar da hatalı olabilir. Khelif’in durumu netleştirilip müsabakalara katılıp katılmama durumu hakkında kesin bir karar alınmalıydı, ancak artık olimpiyattayız. Bu sporcular için olimpiyat her şey anlamına geliyor. Hayatlarını ringde geçirdikleri birkaç dakikaya hazırlanarak yaşıyorlar. Trans olmayan bir sporcuya translık üzerinden saldırmak, özellikle Cezayirli bir sporcu için büyük problemler yaşatabilir. Ancak artık yaptığımız şeylerin sonuçlarını düşünmek zorunda olmadığımız bir çağdayız. Yarın Khelif’in başına ülkesinde bir şey gelirse, bundan hoşnut olacak insanlarla yaşıyoruz. Bir tesellidir ki, Cezayir Olimpiyat Komitesi de sporcusunun arkasında sağlam bir şekilde durdu (Yaptıkları açıklamada Cezayir’de eşcinselliğin yasak olduğunun altını ısrarla çizmeleri pek hoş olmasa da). 

Khelif hakkında yaratılan söylemin yarattığı etkiyi anlamak için boksörümüz Busenaz Sürmeneli’nin karşılaştığı Taylandlı Janjaem Suwannapheng’e bakmak çok iyi olacaktır. Suwannapheng cisgender bir kadın. Kromozomları veya testosteron seviyesi hakkında iddialar da yok. Ancak “Erkeğe benzediği için” (?) sosyal medya platformlarında korkunç yorumlar okuduk. “Suwannapheng’in menedilmesi gerektiği, aslında erkek olduğu” gibi garabet şeyler gördük. Her yalanın bir alıcısı var, doğruların pek yok. Doğrular demişken İtalyan boksör Carini’ye dönelim. Khelif’e karşı müsabakayı terk eden sporcu, yediği kroşenin hayatında yediği en sert yumruk olduğunu söylemiş ve Khelif hakkındaki tartışmalara adeta benzin dökmüştü. Olaydan birkaç gün sonra rakibinden özür diledi ve yaşanan tartışmalardan mutlu olmadığını, IOC’nin kararına saygı duyduğunu söylemişti. Carini’nin bu açıklamalarını bir yerde görmemişsinizdir, çünkü ilk açıklamaları kadar çarpıcı değildi ve alıcısını bulamazdı. Bir de yaratılan transfobi ortamını pek destekleyecek açıklamalar değildi.

Bu nefret ortamını hep beraber yarattık. Eskiden genel geçer (?) güzellik algılarına uymayan kadın sporcular için erkek gibi denip geçilirken, artık trans diye suçlandıklarını (translık bir suç değil) görüyoruz. Dört yıl boyunca heyecanla beklediğimiz, dünyanın en önemli spor organizasyonunu kötü niyetli insanların ortalığı kışkırtma çabalarından bağımsız bir şekilde takip edemiyoruz. Siyasette zaten kutuplaşıyorduk, ama artık köpekler konusunda da, olimpiyat konusunda da kutuplaşıyoruz. Peki bunun sonu nasıl gelecek? Açıkçası tünelin ucu pek de aydınlık değil.