Çocukken yazları İstanbul’a gelirdik. Çok sevdiğim kuzenlerime kavuşurdum, birlikte oyunlar oynar, vara yoğa gülerdik, hatta bir yaz kafamda getirdiğim bitleri onlarla paylaşmışlığım bile vardır. Bu tatillerin ikinci güzel şeyi ise Salı Pazarı’dır. Bütün yakınlarımız Kadıköy’de oturduğundan kolayca gidebildiğimiz o efsane pazara ve oradaki cümbüşe bayılırdım. Rengârenk tişörtler, elbiseler, ayakkabılar, bağıra bağıra müşteri çağıran pazarcılar. Sattığı sütyeni gömleğinin üzerine takmış bir erkeği başka nerede görebilirsiniz? Kalabalıktan korkar, annemin eline sıkıca yapışır bir yandan da etrafa bakınırdım. Oranın müdavimi teyzelerim, anneme taktik verirlerdi; “Başında çok kadın olan tezgâhta mutlaka iyi şeyler vardır, aralarına karışmaya çalış” diye. O kalabalıkta kendine bir yer açmak hiç kolay değildir, biraz dirsek yemeyi göze almanız gerekir. Sonuçta, mağazanın yarı fiyatına bir elbiseyi o yığından çekip alabilirsiniz, biraz dirseğin lafı mı olur?
O yıllarda Kuşdili’nde kurulan pazar, ara sokaklarda da devam ederdi. Biz heyecanlı müşteriler, Kadıköy trafiğinin ne hale geldiğiyle ilgilenmezdik, oysa sırf pazarcıların kamyonları bile ortalığı karıştırmaya yeterdi. Bir yandan da İstanbul’un diğer semtlerinden ve hatta yakın illerden otobüslerle gelenler olurdu. Üstelik aynı pazar biraz değişmiş tezgâhlarıyla cuma günleri de kurulurdu. 2008’e kadar aynı yerde devam eden pazar, Hasanpaşa’da kendi için özel yapılmış yere taşındığında bunun ilk ve son taşınma olduğunu sananlar yanılıyordu. Yerler değişebilir ama meraklıları pazarı daima bulurdu. Orta yaşlı kadınların çoğunluğu oluşturduğu, ekonomik durumları farklı olabilen ama amaçları bir olan kadınlardı bu meraklılar. Salı günleri ucuz kıyafet peşinde olanlar ve cuma günleri kumaş, düğme, perdelik tül arayan kadınlar. Elbette erkekler de gelirdi pazara ama onlar sanırım daha çok sebze meyve tezgâhlarını gezerlerdi. Onlar için satılanları da eşleri onlara alıyordu nasıl olsa. Hedefe kilitlenmiş bunca kadının arasına girmek, erkekler için zordu zaten. Kimi bütçesine göre bir şeyler almanın, kimi de mağazalarda beğendiklerini ucuza elde etmenin hırsına kapılmış yüzlerce kadın, akşama kadar gezinirdi o sokaklarda.
Hasanpaşa’daki pazaryeri, küçük ve elverişsiz bulunup tekrar yapımına başlanınca, pazar birkaç yıllığına Göztepe’ye taşındı. Oradaki yerine hiç gitmedim, tekrar döndüğündüyse herkes gibi, hepimiz gibi o da değişmişti. Düzgün bir beton zemin üzerine, düzgün aralıklarla konmuş tezgâhlar ve üstlerinde kocaman şemsiyeler var. Yazın sıcak kışın soğuk fazla etkilemiyor insanı. Araçlarıyla gelmek isteyenler için kapalı otopark bile var. “Ne güzel işte!” diyorsunuz tahmin ediyorum ama o eski pazar değil işte. Mağazalardan artan, elde kalan ya da ufak defosu olan o güzel şeyler yok artık. Ucuz mu ucuz fiyatlar ama aldığınız şey de ucuz olmayı hak ediyor zaten. Orta yaşlı ve orta sınıftan kadınları yani benim de içinde olduğum grubu heyecanlandıracak pek bir şey yok. Zaten bu kadınlar da pek yok artık orda. Görmeye alışık olmadığımız, genç yaştaki kız ve erkekler ve yabancı uyruklular yeni müşteriler. Günün o saatlerinde ders çalışması ya da sergi gezmesi gereken gençler ucuz kot pantolon kovalıyor. Son gittiğimde bir delikanlı yakası lekeli bir tişörtü bana uzatarak , “Abla, satıcı çıkar diyor ama sence çıkar mı bu leke?’’ diye sordu. Gençler, ucuz kot, penye kovalarken yabancı müşteriler, de onlardan geri kalmıyor. Özellikle taklit ürünler onları cezbediyor. Pazarcılarsa sattıkları her malın, ihracat fazlası olduğuna inanmamızı istiyor.
Aynı pazaryerinde, kaban, sahte parfüm, iç çamaşırı ve ejder meyvesi satılıyor. Cep telefonunuza şarj aleti, mutfağa halı, çocuklara muz alabileceğiniz açık ve kocaman bir yer. Pazarcılar, müşteriler, fiyatlar değişti ama yine de güzel ve görülmeye değer. İstanbul’un kendisi gibi karışık, yorucu ve nefes kesici. Bir salı karşılaşmak dileğiyle.