“Kendi içime dalıyorum ve içimde bir dünya buluyorum.
J. W. Goethe, GENÇ WERTHER’İN ACILARI, 1774
Bir sonbahar ikindisi, Goethe’nin evindeyim. Pazar günlerinin o tanıdık sessizliği hâkim ortama. Dinlenmiş, uykusunu almış bir beden ile yeni haftanın eşiğinde olmanın verdiği, adı konulmamış bir huzursuzluğun izleri var herkesin üzerinde. Goethe’nin doğduğu evde soluk almak için güzel bir gün yine de. Romantizm akımına tutkun bir başkası da, bu evi ziyaret etmek için böyle bir sonbahar gününü seçerdi sanırım. Ağaçları ve heykelleriyle insanı alıp bir başka âleme götüren o küçücük bahçedeki ahşap banklardan birine oturuyorum önce. Evi yarım saat sonra gezsem de olur, acelesi yok. Önümde sere serpe yatmakta olan şu sarı, yer yer kızıla çalan halının tadını çıkarmalıyım. Genç Werther’in umutsuz aşkına, en çok bu mevsimin yakıştığını düşünmeye başladım şimdi.
Alman şair, roman ve oyun yazarı Johann Wolfgang Goethe’nin, doğumundan (28 Ağustos 1749) Weimar’a taşındığı 1775 yılına kadar Frankfurt’ta yaşadığı ev burası. 2. Dünya Savaşı sırasında bu yapının da, tıpkı diğerleri gibi, yerle bir olacağını çok iyi bilen Almanlar, buradaki tüm mobilya ve eşyaları güvenli bir depoya taşımışlar. Savaş bittikten sonra da (1947 – 1951), orijinal mimarisine tamamen sadık kalarak mekânı yeniden yapmış ve her şeyi depodan geri getirip doğru yerine koymuşlar. En ince ayrıntısına kadar 18. yüzyıldan kalma görünen, ancak oldukça yeni sayılabilecek bir evin içindeyiz yani şu an, inanılır gibi değil!
Evi gezerken, Goethe’nin Fransız kültürüne olan ilgisinin nereden kaynaklandığını anlıyorum sanırım: Fransız Devrimi’nden önce, büyük Avrupa güçlerinin katıldığı son savaş olan Yedi yıl Savaşları (1756 – 1763) sırasında Frankfurt, Fransız askerleri tarafından ele geçirilir ve Fransız komutan Grafen Thoranc, o dönem Goethe’nin büyükbabasına ait olan bu eve karargâhını kurar. Küçük Goethe için bambaşka bir deneyim olacaktır bu; zira Thoranc için çalışan ressamları kendi evinde ve saatlerce pürdikkat izlemek, ayrıca Frankfurt’ta Fransız tiyatrosuyla tanışmak, Goethe’nin yazın hayatını şüphesiz ki etkileyecektir.
Belki bir gün ziyaret edersiniz diye, evi tüm detaylarıyla anlatmaya niyetim yok şimdi, merak etmeyin. Ancak elbette ki, dikkatimi çeken birkaç eşyadan bahsetmeden de geçemeyeceğim:
Evdeki bazı eşyalar, en çok da Goethe’nin yazı masası etkiledi beni. “Büyük Usta’nın İmparatorluğu” olarak da görülen bu masada yazar; şiirlerinin, hicivlerinin ve romanlarının önemli bir kısmı ile GENÇ WERTHER’İN ACILARI’nı ve FAUST’un ilk derlemesini yazmış. Masanın üzerindeki mürekkep lekeleri, “Fırtına ve Coşku” döneminin duygu aşırılığından yola çıkarak eserlerini kaleme alan “Romantik” Goethe’nin, onları nasıl bir heyecanla yazdığının en önemli kanıtı gibi. Masaya iyice yaklaştım ve hazır, etrafta kimseler yokken, o lekelere dokundum tek tek. Okşadım onları. Aklıma, Yunan şair Yannis Ritsos’un yazdığı dizeler geldi o an. Gözlerim doldu. Gözlerimi kapadım. Gözlerim olmadan gördüm Goethe’yi yanı başımda:
Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum
beni bulasın diye;
beni bulamazsan, eşyayı bulacaksın,
elinin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.*
Yazı masasının haricinde, acil bir durumda değerli eşyaların kurtarılabilmesi için evin antresinde tutulan, kulplu yangın sandıklarını ilgiyle inceledim.
Aileye ait kıyafetleri muhafaza eden, bekleme salonundaki Barok tarzı dolaplardan alamadım gözlerimi. Ve bu kıyafetlerin, yılda sadece üç kez yıkandığını öğrendiğimde şaşkınlığımı gizleyemedim.
Dövme demirle süslü tırabzanlardaki JCG ve CEG harflerinin, Goethe’nin anne ve babasına ait isimlerin baş harfleri olduğunu okuduğumda, aynı tırabzanlara bir daha, bu kez hayranlıkla baktım, dakikalarca.
Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum
beni bulasın diye…*
*Şair: Yannis Ritsos (1909 – 1990) / Çevirmen: Cevat Çapan (1933 – )