Sıcak bir 6 Temmuz gününde Mersin’de doğdu. Bu şehirde keyifle geçirdiği yaz ayları ve lise hayatı sonrasında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi, İşletme Bölümü’nde okudu. Mezun olduktan hemen sonra İstanbul’a taşındı ve iş hayatına atıldı. Yaklaşık 10 yıldır çeşitli sektörlerin önde gelen markalarında, Pazarlama ve İletişim alanında görev alıyor ve iş hayatına bu alanda devam ediyor. Ruhunu ve bedenini beslemek adına resim yapmaya çalışıyor, kitap okuyor ve spor yapıyor. Bir Yengeç kadını olarak, kedisiyle beraber İstanbul’da yaşamaya her anın kıymetini bilerek devam ediyor.

Ormanda kendi yarattığınız ütopyada yaşamaya ve iki yıllık içsel bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yolculuğun yazarı olan Henry David Thoreau, Amerikalı bir filozof, şair, aktivist ve doğaya dönüş düşüncesinin yaratıcısıdır. Thoreau, Walden Gölü kıyısında kendi emekleriyle inşa ettiği kulübede münzevi bir hayat sürerken doğa ile iç içe yaşadığı deneyimleri etkileyici bir şekilde anlatıyor. Toplumdan uzak bir şekilde, en temel seviyede hayatta kalmaya çalışmanın, doğayla bütünleşmenin, yaşamı sadeleştirmenin ne demek olduğunu deneyimlerine ve gözlemlerine dayanarak büyüleyici bir betimleme ile paylaşıyor. Walden Gölü kıyısında iki yılını sadeleşmeye ve ormanda yaşam deneyimine odaklayan Thoreau, modern hayattan uzak geçirdiği yıllara ait içsel yolculuğunu ve deneyimlerini ilk ağızdan okuyucu ile paylaşıyor. Yazarın ‘ben’ dilini kullanması, okuyucu ile samimi bir ilişki kuruyor ve betimlenen sahneleri gerçek hayattanmış gibi yaşatıyor. Bu felsefi ve ruhsal yolculukta, sadeleşmek, ruhu arındırmak, sistemin dışına çıkarak özgürleşmek, anda olmak ve varlığın mucizesini -hakikati- özümsemek, yazarı bilgeliğe yakınlaştıran unsurlar oluyor.

Thoreau, 2000’li yıllardaki dünyevi hırsların ve tatminsizliğin vardığı noktayı, 1854 yılından görmüşçesine okuyucuya aktarıyor. Kendi koşullarını kendi yaratarak kurduğu dünyasında, özgür bir yaşam tarzı belirleyen Thoreau, modern toplum eleştirisi yaparak, sınırlar arasına sıkışıp kalmış günümüz modern insanına da farklı bir bakış açısı sunuyor. Thoreau’nun öngördüğü gibi, günümüzde neredeyse hepimiz başkalarının belirlediği ezber bir sistemin kölesiyiz. Hep daha fazlayı isteyerek büyük bir tatminsizlik girdabı içinde ruhumuzu mutsuzlukla besliyoruz. Kendimizi en yakınlarımızla kıyaslıyor; hayat başarımızı ve değerimizi aldığımız unvan ve maaş, bindiğimiz araba markası ve gittiğimiz tatiller ile belirliyoruz. Bütün bunları sosyal medya hesaplarımızda sergileyerek içsel mutsuzluğumuza sahte bir mutluluk maskesi takıyor ve görünmez bir yarış içinde yaşıyoruz. Hepimiz günden güne doğaya yabancılaşıyor, maddiyatın kölesi oluyor, kaosun ve ruhsuz plazaların arasında kayboluyoruz. İçimizdeki en belirgin his yetersizlik hissi oluyor ve aslında her geçen gün kendimize daha çok küsüyoruz.

Kaçımız sabahları bir başkasının menfaatini besleyen işimize, zamanla ve kalabalıkla yarışarak yetişmeye çalışırken başımızı kaldırıp gökyüzüne bakıyor ve “Ne güzel bir gökyüzü, iyi ki bu an buradayım ve varım” diye düşünüyoruz?

Thoreau, belki de tam da bunu hissedebilmeyi öğrenmek için kendi bedenini ve ruhunu dengeleyebilmek için kendisini modern yaşamdan soyutlayarak ormanda yaşamayı deneyimliyor ve anda kalmayı, sadeleşerek özgürleşmeyi öğreniyor. Ona göre, bir insan için önceliğinin maddiyat olması, bilinçdışı umutsuzluk ile eşdeğer. Dünyevi hırs ve hazları törpüleyerek nefsini köreltiyor. Sadeleşiyor, az ve öz ile tatmin olmayı öğrenerek kendine ve hakikate bir adım atıyor. Beslenme, barınma, giyinme, ısınma gibi temel ihtiyaçlarını gideriyor ve kalan zamanlarda Walden Gölü’nde yüzüyor, ormanda yürüyüşe çıkıyor, hayal kuruyor, düşünüyor, okuyor ve yazıyor. Bir anlamda, temel ihtiyaçlarından kalan zamanda, kendine dönüyor ve ruhunu besliyor. Kendi ekip biçtikleri ile beslenip kalanları satarak; boş zaman, bağımsızlık, sağlık ve sınırsız konaklama konularında kendini zengin görüyor. Kaybedecek bir şeyi olmadığı için eskiye nazaran daha özgür olduğuna inanıyor. İnsanların doyumsuzluğunun nedeninin kibir olduğunu düşünüyor; maddeye ve mal mülke olan hevesi sıradanlık ve bilgelikten uzak görüyor. İnsanların ihtiyaçlarından dolayı değil, lükse olan arzudan dolayı acı çektiklerine inanıyor. “Ruhun ihtiyaç duyduğuna sahip olmak için paraya gerek yoktur” diyerek fikrini özetliyor.

Thoreau, “Dünyanın şu an ne yaptığını çok merak ediyorum. Şu son üç saat boyunca eğrelti otunun üstünde duran bir çekirgenin sesinden başka bir şey duymadım” derken tam da bulunduğu anda olmak, etrafta olup bitenin farkındalığına varmak ve bu farkındalığın keyfini çıkarmaktan bahsediyor. Ormanda yaşarken, geçmiş ve gelecek ile ilgili kaygısı olmadığı için tamamen anda kalıyor ve özgürleşiyor. Anda kalmak için bir baykuş sesini dinlemek bile yeterli oluyor ve kendini günden güne bilgeliğe, hakikate daha da yakın hissediyor. Anda olmanın bizi Tanrıya yaklaştırdığına inanan yazar, “Ebediyette gerçekten de hakikat ve yücelik vardır. Ancak tüm bu zaman ve mekân şimdi ve burasıdır” diyor. Peki ya biz bu sonsuzluğu, bir sokak köpeğinin gözlerindeki ışıkta, bir bebeğin gülümsemesinde, öten kuşların sesinde, aşkla bakan gözlerde hissedebiliyorsak, kendimizi Tanrıya yaklaşmış hissediyor muyuz?

Thoreau, kendi içsel yolculuğundaki deneyimlerini, doğanın tüm güzelliklerini ve ona hissettirdiklerini muhteşem bir betimleme ile yaşatırcasına ve deneyimlenircesine okuyucuya aktarıyor ve okuyucuyu doğa ile yakınlaştırıyor. Okumanın, insanın manevi dünyasını zenginleştirdiğine inanan ve hayatı sade yaşayın diyen yazar, bizlerin sonsuz bir deneyimleme ve öğrenme sürecinde olduğumuz mesajını veriyor. Bu öğrenme yolculuğunda ise kitapların insanın en doğru rehberi olacağına inanıyor.

Aslında, hepimiz bu hayatın öğrencileriyiz. Hepimiz kendi yolculuğumuzu ve hikâyemizi yazıyoruz. Michelangelo’nun ölmeden önce bile öğrenmeye devam ettiğini anlatan muhteşem sözleri; “Ancora imparo” (Hâlâ öğreniyorum) bize yol gösteren içsel sesimiz olmalı.