Benim hikâyem doğduğum zaman başlamadı. Annemle babam evlendiği zaman da başlamadı. Yok yok hayır, annemle babam bir aile kurmaya karar verdiğinde de başlamadı. Benim hikâyem babaannemin ailesi Kafkaslar’dan göç etmeye karar verdiğinde başladı. Anneannem, annesi ve kardeşleriyle Saraybosna yakınlarından İstanbul’a geldiğinde başladı. Bu iki ailenin ne dilini ne de yemeklerini biliyorum ama içimden atamadığım göçle ilgili konulara merakım, farklı kültürlerin, etnik kökene, ırka, milliyete sahip insanların birlikte yaşaması ya da yaşayamaması gibi konular beni çok ilgilendiriyor. En zorlandığım sorulardan birisi, çok var da ben şimdi bu ayki temamız “Ortak Dil” nedeniyle “Memleket neresi?” ile ilgiliyim. Yanıt İstanbul ama beklenen yanıt bu değil, biliyorum bunu.
Babaannemin küçüklüğümde Abazaca konuştuğunu hatırlıyorum. O kadar. Sonraki nesillere Abazaca öğretilmedi. Hatta bazen ayıp sayılırdı onların kendi aralarında Abazaca konuşması. Yıl 70’ler, yer zaman zaman İstanbul, zaman zaman Ankara, zaman zaman Adapazarı. Sonuçta bizim aile ne ikinci kuşak ne de üçüncü kuşak kök dillerini konuşmuyor. Yok sayılan kültür ve dillerim var benim. Tersi olsaydı eminim bugün farklılıklar karşısında daha anlayışlı bir insan olacaktım, ufkum daha geniş olacaktı. Yani daha zengin olacaktım. Global ölçekte ise böyle bir anlayışla yaşasaydık savaşlar da daha az olurdu, dolayısıyla dünya daha yaşanası bir yer olurdu. Daha daha daha. Bu dahalar bitmeyecek.
Bu ay sizlere Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın 2008 yapımı belgeseli “İki Dil Bir Bavul”dan bahsetmek istiyorum. Beni yazan olarak, sizi okuyucu olarak okuyacaklarınıza hazırlamak için bu giriş o yüzden anlayacağınız. “İki Dil Bir Bavul” belgeseli, aynı coğrafyanın farklı bölgelerinde yaşayanların konuştukları farklı diller nedeniyle birbirlerini nasıl anladıkları ya da anlamadıkları konusuna değiniyor. Sadece buna mı? Bu konu başlığında filmin çok katmanlı yapısı incelemeye değer. Bir de yaratıcı belgesel tarzının önemli bir örneği. Her iki durum birleşince filmin festival, yarışma, jüri yolculuğu bol ilgi ve ödülle bezeniyor. Örneğin; Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film” ve “Büyük Jüri Özel Ödülü”, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi İlk Film Ödülü” ve Abu Dabi Uluslararası Ortadoğu Film Festivali’nde “En İyi Ortadoğu Belgeseli” ödülü dahil olmak üzere birçok festivalde çeşitli dallarda ödüller bu filmin oldu.
Denizlili öğretmen Emre Aydın, ilk görev bölgesi olarak Urfa’nın bir köy ilkokuluna atanır. Film Emre Aydın’ın Türkçe bilmeyen öğrencilerle geçirdiği bir yılı anlatır. Emre öğretmen ilk anda, geldiği bu köyde suyun olmaması, elektriğin sık sık kesilmesi nedeniyle oldukça zorlanır. Zaman zaman annesiyle yapmaya çalıştığı telefon görüşmelerinde anlatır yaşadıklarını. Her sabah kravatını takıp, saçına jölesini sürüp okuluna gider, kapının kilidini açıp öğrencilerini bekler. O öğretmeye, eğitmeye açıktır ama vereceği dersler dil engeline takılır. Hepsi birbirinden meraklı gözlerle hem öğretmenlerine hem de kameraya bakan çocuklar, iş konuşmaya gelince öğretmenlerini anlayamazlar, öğretmenleri Emre de onları anlayamaz. Emre öğretmen inatla onlara Türkçe öğretmeye çalışır. Görevi budur çünkü. Çocuklar da doğallıkla doğdukları topraklarda, her gün, her an konuştukları dille cevap verirler. Oysa Emre öğretmenin bavuluna sadece kendi dili sığar. Bazı kilitleri açmak zordur.
“İki Dil Bir Bavul” oldukça yaratıcı bir belgesel. Bu anlamda belgesel tarzının sınırlarını oldukça zorluyor. Böylece o yörenin ve insanlarının, günlük yaşamlarına tanık olurken onlarla bir arada yaşıyoruz adeta. Filmi izlerken belgesel olduğunu yani tüm yaşananların gerçek olduğunu bilmeseniz kurmaca bir filmin içinde olduğunuzu düşünebilirsiniz.
“İki Dil Bir Bavul” sinemamızdan bir başka filmin günümüzde geçen belgesel hali adeta. Evet evet, “Hakkari’de Bir Mevsim”den bahsediyorum. Biri gerçeği olduğu gibi gösteren, diğeri gerçek izlenimleri kurmaca diliyle aktaran bu iki film arasında çok büyük bir fark var. “İki Dil Bir Bavul”da köylü çocuklar Kürtçe konuşuyorlar. Kamera orada yaşananı aynen izleyiciye aktarıyor. “Hakkari’de Bir Mevsim” ise geçtiği yörede yaşananları kurmaca diliyle ve Türkçe anlatıyor. Oysa o dönemde de oradaki halk Kürtçe konuşuyordu. Orhan Eskiköy filmin dvd kopyasında, Antalya Festivali’nde Erden Kıral’la karşılaştıklarında “Hakkari’de Bir Mevsim”de eğer halk kendi dillerinde Kürtçe konuşsalardı filmin gösterim olanaklarının olamayacağını, yurtdışına çıkmalarının imkansız olduğunu söylediğini dile getiriyor.
Hiç değişmeyen ise öğretmen ile öğrenciler arasındaki anne, baba, çocuk ilişkisine benzer duygusal yanlar. Emre Aydın her ne kadar başlarda zorlansa da çocuklarla esprili bir dille anlaşabiliyor. Bu görüntüler, sınıf çekimleri filme sıcacık, samimi, içten bir hava veriyor. Ferit Edgü’nün “O” adlı romanından Onat Kutlar’ın senaryosuyla Erden Kıral’ın yönettiği, tasarı olarak ise Tezer Özlü Kıral ve Ferit Edgü’yle birlikte çalıştığı “Hakkari’de Bir Mevsim” döneminin sorunlarıyla gelişirken, sanat dünyamızın artık aramızda olmayan değerli isimlerinin de katkı verdiği bir film. Hadi o da bir başka yazının konusu olsun. Bu sinemamızın önemli filmini bu yazıyla sadece hatırlamış olalım.
“İki Dil Bir Bavul”a dönersem, iki dil tek bavula sığmıyor. Yönetmenlerin aktardığına göre Emre öğretmenin sevimli öğrencilerinden Zülküf’ün bir yıl sonra da “Türkçe biliyor musun?” sorusuna yanıtı: “Hayır.” Benim kişisel tarihimde de yaşadığım dillerin bavullara sığmadığı bir öyküm var. Dilerdim sığabilmesini, dilerdim tüm dünyada çeşitli dillerle dolu bavulların çiçek açabilmesini.