Sıcak bir 6 Temmuz gününde Mersin’de doğdu. Bu şehirde keyifle geçirdiği yaz ayları ve lise hayatı sonrasında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi, İşletme Bölümü’nde okudu. Mezun olduktan hemen sonra İstanbul’a taşındı ve iş hayatına atıldı. Yaklaşık 10 yıldır çeşitli sektörlerin önde gelen markalarında, Pazarlama ve İletişim alanında görev alıyor ve iş hayatına bu alanda devam ediyor. Ruhunu ve bedenini beslemek adına resim yapmaya çalışıyor, kitap okuyor ve spor yapıyor. Bir Yengeç kadını olarak, kedisiyle beraber İstanbul’da yaşamaya her anın kıymetini bilerek devam ediyor.

Unutulması istenmeyen önemli satırların altını çizmeyi seviyorsanız, kalemlerinizi elinize alın ve her sayfadaki öğretici cümlelerin altını çizmeye hazır olun…

Kitaplarında varoluşçu psikiyatri ve psikanalitik düşünceye yer veren Engin Geçtan, “İnsan Olmak”ı “Lütfen bizim için de yazın” diyen zamansız bir ziyaretçiden sonra yazmaya karar veriyor. “Bu kitap, ortalama insanın davranışlarının gerisindeki dinamik güçleri okuyucuya tanıtmayı amaçlamakta ve yazarın otuz yıldır süregelen klinik yaşantılarının birikiminden yaptığı çıkarsamaların bir bölümünü içermektedir” önsözü ile başlayan bu eserde; yazar önce kendini daha sonra insan olmanın özünü ele alıyor. Öze inerek insan olduğumuzu hissederken, kendimize ve varoluşumuza ayna tutabiliyoruz. Okudukça, kendi kendimizin iyileştiricisi olabileceğimizi anlıyor, her sayfada umudu hissediyoruz.

“İnsan Olmak”; çocukluk, birey-toplum ilişkileri, yaşam ve ölüm gibi temel varoluşsal kavramları ayrıntılı biçimde ele alarak, okuyucuya yaşamı seyretmek yerine, bilinçli ve içinde olarak yaşamamız gerektiğini hissettiriyor. İnsanlık resmine uzaktan bakan bizleri, resme yakınlaştırarak kendimizle ve yaşadığımız toplumla yüzleşmemizi sağlıyor. Bu sayede okuyucu ile objektif ve yakın bir ilişki kuran yazar; “İnsan hem yapan hem bozan hem seven hem kıran bir varlıktır. Dünyada iki tür insan vardır: yaşayanlar ve yaşayanları eleştirenler” diyor.

İnsanın ve insanlığın doğumdan yetişkinliğe olan yolculuğunu, ilişkilerini ve varoluşunun alt katmanlarını, psikanaliz biliminin kurucusu olan Freud’un perspektifi ile ele alıyor. Okurken, bebeklik ve çocukluk yıllarımıza dönüp, bilinçdışımızı oluşturan yapıtaşlarını fark ederek, kendimizi tanımamıza ve kendimizle yüzleşmemize rehberlik yapıyor. Adeta bir ders kitabı denebilecek bu eser, insan olmayı çocukluk, annelik, babalık gibi her sıfatı ile farklı açılardan ele alıyor, bize her açıdan varlığımızı ve özümüzü hissettiriyor.

“Toplum anne babada başlar” diyen yazar; sevgisiz büyüyen çocukların sevgisiz toplumlar oluşturduğuna inanıyor. Hem kendimizi hem de toplumumuzu, bilimsel ve düşünsel seviyede yüzleşerek analiz edebilmeyi öğretiyor. Kendimize olan güvenimizi, çocukluk yıllarımıza bağlayan yazar, “Çocuğun kendine olan güveni, ana babasına olan güveninden kaynaklanır ve gelişir” diyerek ebeveyn olmanın insan ve toplum yapısındaki önemini vurguluyor.

Eserde, insanlığın yani bütünün bir parçası olduğumuz ve bireysel olarak topluma etkimiz olduğu anlatılıyor. “İyi insan, çevresine olduğu kadar kendisine de iyi olan insandır” diyen yazar, insanın kendisini de sevmesi gerektiğini ve sevginin temel unsur olduğunu vurguluyor. İnsanın kendi kendine tutsak olmasına yol açan kısırdöngülerinin nedenlerine ve yaşanış biçimlerine ışık tutuyor. Her sayfada okuyucuya aydınlanma anları yaşatıyor.

 

Hepimiz aynı yıldızdan, aynı varoluştan, aynı enerjiden geliyoruz. Hepimizin özü aynı kaynaktan çıkıyor. Ortak noktada buluştuğumuz kavram ise “varoluşumuz.” Basitçe söylemek gerekirse, hepimiz insanız.

“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.” William Shakespeare.