Altmışlı yaşlardayım. Ekonomi eğitimi aldım. 3 çocuk büyütüp, yola koyduktan sonra edebiyata olan ilgimi fark ettim. Şimdilerde bolca okuyup, yazıyorum. Hala sinemada film izleyip, aykırı rotalarda gezinmeyi seviyorum. Bir de üç kedi annesiyim.

Tarihe, sanata, şiire ilgisi, sevgisi, merakı olanların illa ki gidip görmesi gereken bir ülke İran. 33 adet UNESCO Dünya Mirası’na sahip, hiç de fena korunmamışlar. İran bahçeleri, ulu camileri, tarihi kalıntıları, dinler ile ilgili izleri görülmeye değer. Zerdüştlük en eski dinlerden biri; “İyi düşün,  iyi söyle,  iyi yap” mottosu İran’da hâlâ geçerli sanırım, halk son derece hoşgörülü, sevecen ve Türkleri isyan ettirecek kadar ağırkanlı. Zerdüşt dinini sürdüren 20 bin kişi varmış, erkekler İran ordusunda askerlik yapıyormuş. Ritüelleri serbest, ibadethanelerinde sonsuz ateş yanmaya devam ediyor. Bir tek ölülerini sessizlik kulesinde bekletmelerini Dünya Sağlık Örgütü yasaklamış. Dışarıdaki kurallara uyarsan seni içinde serbest bırakıyor İran.

 

Kilisede şaraba yasak yok

Beni şaşırtanların başında İsfahan’daki Ermeni mahallesi ve meşhur Vrank Katedrali geldi. Hemen kilisede şarap içiliyor mu diye merak ettim, içiliyormuş. Bir Ermeni mahallesi de Tahran’da vardı, oraya giremedik, önceden izin gerekli imiş.

Birçok şehir çöl üstünde kurulu, bu yüzden su çok önemli. Suyu yeraltından kanallarla şehre getiriyorlar, evlerin en altlarında serinlik dedikleri yerlerde topluyorlar. Suyu ince tabaka halinde yayıp buz tutturdukları havuzlar var, sabah onları kırıp depolara alıyorlar. 

Ağaç kesmenin cezası büyük

Su sıkıntısına rağmen gezdiğimiz tüm şehirler yemyeşildi. Ağaç kesmenin cezası çok büyük, kuruyan ağaçları yerinde heykel olarak değerlendiriliyorlar. Şah Gölü parkında gördük. Şimdiki adı başka parkın, Şah zamanından kalan tüm isimler değişmiş. Ama halk devrik şah Pehlevi’nin son eşi. Farah Diba’yı güzel anıyor. Eğitim ve sanat için güzel şeyler yapmış,  eski eserlerin düzenlenmesi, şair türbelerinin yenilenmesi, Tahran’daki Azade anıtı,  okulların,  kız öğrencilerin aktive edilmesi de Pehlevi hanedanının emekleri. Bunun yanı sıra şatafat ve gösteriş had safhada. Sadece Gülistan Sarayı’nı gördük ama diğer saraylar için de fikir sahibiyiz; ışıltı,  abartı her yerde, lokantalarda, otellerde, evlerde…  

 

Türbeler dolup taşıyor

Üç önemli ziyaret mekânı var. On İki İmam’dan sekizincisi olan İmam Rıza’nın Meşhed’deki türbesine büyük kutsallık atfediliyor. Diğerleri İmam Rıza’nın kız kardeşine ait Kum kentindeki, yine İmam Rıza’nın erkek kardeşine ait Şiraz’daki türbeler. Sonuncusu Şah Çerağ Türbesi’nde yakın zamanda bir katliam yaşanmış. Halk bunu bir ayrıştırma,  ayrılık ateşi yakmaya yönelik bir provokasyon olarak değerlendiriyor. Üç türbe de 24 saat açık ve her daim kalabalık. Kadınlar ayrı, erkekler ayrı kapılardan giriyor, avlularda yan yana geliyor ama türbenin içinde yine ayrılıyor. Ziyaretçiler türbeye yüz sürüyor, para atıp dilekte bulunuyor, sıkıntılarını anlatıyor. Namaz kılıp Kuran okuyanları da gördüm, türbeyi süpürüp tozunu çantasına atanı da. Buralarda da ışıltıdan gözünü alamıyor insan ama İranlılar, Humeyni için yaptırılan altın kubbe için öfkeli.

 

Dünyanın en büyük kervansarayları da İran’da. Odaları bugün el işi atölyeleri olarak kullanılıyor. Hatem sanatı,  ipek dokuma şallar, deve kılından kilim, kuşak, abalar,  geçmeli ağaç sanatı, seramik işleri… Bütün bu sanatlar kesintisiz sürdürülüyor. 40 yıllık ambargo, İran halkının kendi kendine yetmesini sağlamış, patentini devrimden önce aldıkları için, Peugeot 204 ile Coca-Cola üretimine devam ediyorlar.

 

Köprüler şehri İsfahan

Birçok şehrin ortasından nehir geçiyor ama bugün ya kurumuşlar ya da suları barajlarda tutuluyor. İsfahan’dan geçen Zayende Nehri’nin üzerinde önemli üç köprü var; biri en dar, biri en geniş, biri de ikisinin arasında. En geniş olanı Si-o-se Pol Köprüsü. Şah Köprüsü ise en meşhurları. Ben, iki katlı, seyir teraslı, suya inen merdivenli Şah Köprüsü’nü çok beğendim. Nehrin suları özel günlerde akıtılıyormuş, senede 10 gün kadar.  

İsfahan’da devletin işlettiği Abbasi Otel de bahçesi ve çinileriyle çok ünlü. Bir akşam oda arkadaşımla çay içmeye gittik. Otele kadar 15 dakika yürüdük, bir sorunla karşılaşmadık. Halk kubbeler altında toplanıp, çalıp söyleyerek, çay eşliğinde eğleniyor. İçki yasak ama evlerde birtakım faaliyetler var. 

Abeyaneh Köyü, İsfahan’ın bir ilçesine bağlı UNESCO Dünya Mirası. Avesta diline yakın Pehlevice konuşup,  kendi özel kıyafetlerini giyiyorlar. Kırmızı topraktan değişik yapıları olan ve suyu akan bir köy. Turistlerin başlıca duraklarından biri. Japon turistleri ve bir başka Türk kafilesini de burada gördüm.

 

Meydanlar, parklar, protestolar…

İran’da meydanlar çok büyük, parklar da hâlâ canlı ve bir çarşıya açılıyorlar. Sadece Tahran’da protestolara denk geldik. Gençlik gayretli, polis acımasızdı. Çok büyük ve kalabalık bir ülke İran. Gösteriler planlı değil, lideri yok, herkesin ortak derdi olunca taraftar buluyor. Aileler ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmı gençlerin yanında, bir kısmı karşısında. Gençler örtülerini boyunlarında tutuyor ve genelde saçları açık. Ahlak polisini kalabalıklar arasında görmedik. Bir yumuşama var ama olay artık başörtüsünün ötesinde.

 

Sokaktaki İran mutfağı

Et ağırlıklı besleniyorlar ama sokaklarda haşlanmış turp,  iç bakla, şeker pancarı satılıyor. Haşlanmış patates, yumurta, yeşillik dürüm de var. Beyaz ciğerden tantuni, çelo kebap, sebzeli puf böreği başlıca sokak lezzetleri arasında. Nar ekşili erikli tavuk, pita -ki Kars’ta yediğimize çok benzer-, kuzu incik de lokantalarda denediğimiz lezzetler. Pilav haşlama gibi yağı az, isterseniz ilave ediyorsunuz. Sebze yemeğine pek denk gelmedik ama iki yerde patlıcan yedik.

Sabah kahvaltıda çorba var, baklagiller ağırlıkta. Menüde tek çeşit beyaz peynir, bazen de yeşil zeytin yer alıyor. Siyah zeytin ise hiç görmedim. Jöle, safranlı dondurma ve benzerleri tatlı niyetine, baklava ise çok küçük dilimler halinde. Yemeğin üstüne çay ve tatlı ikramı yok, ekmek de genelde servis edilmiyor.

Tahran’da bir balık lokantasına da gittik. Karides ve balık, pane soslar eşliğinde ikram edildi. Üstüne tatlı ve çay da geldi. 

 

Firdevsi,  Ömer Hayyam, hekim, şair ve mutasavvıf Ferîdüddin Attâr ve Şehriyar’ın türbeleri de yoğun ziyaretçi çekiyor. Hayyam’ın türbesi ters kadeh şeklinde ama devrimden sonra kimse yıktırmamış. Buralardaki görevliler bizlere şiirler de okudu. İmam Gazzali’nin olduğu söylenen mezarı da gördük ama diğerlerinde gördüğümüz ihtişam burada yoktu. Fesatlık bu ya, Sünni mi diye mi aklımdan geçiriveriyorum. 

 

Cuma camileri artık dolup taşmıyor

Musalla dedikleri birçoğu eskiden kalma, bir kısmı da yeni yapılan cuma camileri var. Eskisi gibi dolu olmuyormuş. Camiler çok büyük olunca akustiği de unutmamışlar. Şiiliği bir kolaylık ve tevazu dini olarak yorumluyor, üç vakit namazı alınlarını özel taşlara koyarak kılıyorlar. Kerbela törenleri için Hüseyini meydanları ve nakhl-e aşura dedikleri temsili bir tabut var, gençler altına girerek üç kez dönüyormuş.

 

12 günlük gezi, bir çırpıda anlatılacak gibi değil ama kısaca izlenimlerim böyle. Çok memnun kaldım,  kadınların evlendikten sonra eşlerinin soyadını almamalarına, polisin üniversiteye girememesine, ilk insan hakları bildirgesi silindirinin Pasargad’da bulunmasına şaşırdım. Pahalı safranın pilavda, çayda, tatlıdan dondurmaya her yerde karşımıza çıkmasını sevdim. İranlıyı da sevdim. Dönüşü İran Airlines ile yaptık, o da keyifliydi. İran’dan güzel anılarla döndüm, umarım mücadeleleri başarılı olur.

JİN, JİYAN, AZADÎ