“Ne olursa olsun ısrar edeceğiz!”
Bu sözler Netflix’teki The Bold Type dizisinden Jacqueline karakterine ait. Cosmopolitan dergisinin eski editörü Joanna Coles’un hayatından ilham alan The Bold Type, Scarlet ismindeki bir kadın dergisindeki üç genç çalışanın maceralarını, arkadaşlıklarını, kariyer yolculuklarını ve kendilerini bulma serüvenlerini ekrana getiriyor.
Ama bu dizi asla pembe öğelerle bezeli, ultra güzel kızların muhteşem markalar sponsorluğunda giyindiği, maddi kaygıların asla konuşulmadığı, her şeyin mutlaka ama mutlaka olumlu sonuca bağlandığı bir kız dizisi değil! Aksine büyük şehirde çalışan genç kadınların hayatına oldukça gerçekçi bir açıdan yaklaşıyor. Dizi ile ilgili en sevdiğim şey sanırım gerçeğe olan yakınlığı. Bu dizide kimse iş hayatında bir anda inanılmaz başarılı olmuyor. Hayalindeki işe hemen kavuşmuyor. Aşk hayatları mükemmel bir şekilde gitmiyor. Hatta dertleri tam olarak bizim dertlerimiz! New York’taki, İstanbul’daki, Paris’teki çalışan kadınların dertleri!
Hiçbiri 0 beden olmayan, ortalama güzellikteki üç ana karakterimiz dizinin başında Scarletdergisinde çalışıyor. Dizide sosyal medya yöneticisi melez Kat Edison, asistan Sutton Brady ve yazar Jane Sloan aracılığıyla gündelik mücadelelerinin yanı sıra kanser, seks, doğum kontrolü, silahlanma, ırk ve cinsel taciz konularına değiniliyor. Değişen dergicilik, online dergilere geçiş, basılıya olan ilginin azalması gibi konuları işlemenin yanı sıra, moda sektörünü de ciddi anlamda eleştiriyorlar. Mesela doğru fotoğrafı çekmek için modellere fiziksel şiddet uygulayan, onları psikolojik olarak aşağılayan ve bunu yıllardır yapan bir fotoğrafçı ile ilgili bir dosya haberi yapmak isterler ama ilk başta işsiz kalmamak için bu “güçlü” fotoğrafçı hakkında kimse konuşmak istemez. Zaten gizlilik sözleşmeleri de onları olası bir dava karşısında korumamaktadır. Bu olay olurken bir yandan derginin de bazı tavırlarının, yani aslında kendilerinin, ne kadar ikiyüzlü olduğunu fark ederler. Sonuçta bu fotoğrafçı “mükemmel fotoğrafı” onların dergilerinde de yayımlamaktadır. Bu fotoğrafı isteyen bir anlamda kendileridir. Zaten bence bu diziyi gerçek yapan şeylerden biri karakterlerin hayattaki tutkularını ararken başarısız olmaları ve her şeyin de her zaman hızlıca bir çözümü olmayacağını göstermesi. Jane karakteri annesini genç yaşta meme kanserinden kaybetmiştir ve kendisinin de kanser olma ihtimali onu en korkutan şeylerden biridir. Nitekim bununla yüzleşir ve yaptırdığı “gen testi” ona kansere yatkın olduğunu gösterir. Bu onu çok kötü etkiler mi? Evet, tabii ki. Ama artık durumu biliyordur ve önlemlerini alacaktır.
Bu dizide aşk yok mu? Tabii ki var! Karakterlerden, benim kişisel favorim olan Sutton, Scarlet dergisine moda sektöründe çalışmak için girmiş bir genç kadındır. Ama hayat filmlerden farklı olduğu için ilk başta dergide çalışabileceği açık pozisyon yoktur. Sonra moda sektöründe gerçekten çalışan birini asistana ihtiyaç duyduğuna ve o kişinin kendisi olması gerektiğine ikna eder. Fazla maaş almasa da Sutton sonunda sektöre adımını atmıştır. İlk aşamada birinin randevularını düzenliyor olsa da bu ilk aşamadır ve gelecekte kendisini iyi günlerin beklediğinden emindir. Sutton aynı zamanda, şirketin yönetim kurulu üyesi ve avukatı, Barbie’nin sevgilisi Ken bebeğin bir kopyası olan Richard ile gizli tutmayı tercih ettikleri bir ilişki yaşamaktadır. Richard tabii ki çok zengin bir erkektir. Ama Sutton değil onun parasından faydalanmak tam aksine yemeğe çıktıklarında bile kendi parasını kendi veren bir karakterdir.
Bir noktada sevgilisi ile kendi kariyeri arasında seçim yapması gerekir ve romantik filmlerin aksine Sutton, hayallerinin erkeğini değil hayallerindeki işi seçer. Çünkü her ne olursa olsun en iyi seçenek her zaman kendimiziz ve bence bu bütün dünyadaki kadınların ortak dili olmalı.
The Bold Type’ın ilk dört sezonu Netflix’te, final sezonu olan 5. sezon da Bein Connect’te mevcut.