Yazar Osman Balcıgil, haziran ayında çıkan son romanı Kızıl Çengi’yi Mikroscope için tanıttı:
Bazı hayatlar, içinde yaşadığımız toplumu anlamamız için âdeta rehberlik yaparlar.
Sıradan insanlar için de geçerlidir bu söylediğim ama onların hayatlarının farkına, sadece çok yakınımızda olduklarında varırız.
Sıra dışı bireyler için durum farklıdır. Sevinçlerine, hüzünlerine, başarılarına, başarısızlıklarına, zirveye çıkışlarına ve dibe vuruşlarına hep birlikte, ülke olarak tanık oluruz.
“Sıra dışı” derken sahiden sıra dışı olanları kastettiğim anlaşılmıştır umarım çünkü her meşhurun hayatından bir roman çıkmaz!
Meşhurları gazeteler, dergiler, magazin programları eskitirler genellikle. Gözde olma hâlleri, Cahide’ninki gibi bir ömür, birkaç ömür, hatta sonsuza kadar sürmez.
Daha önce Celile Hanım’ın, Sabahattin Ali’nin, Suat Derviş’in, Afife Jale’nin biyografik romanlarını yazdım.
Suat Derviş’in hayatından hareketle yazdığım İpek Sabahlık, ünlü yazar ve insan hakları savunucusunun yeniden bilinirliğini sağladı.
Bundan da anlaşılması gereken, roman karakterlerimi seçerken üzerinde durduğum, aslında onların “meşhur olma” hâlleri değil.
Kaldı ki, Suat Derviş yaşadığı dönemde de meşhur değildi.
Dönemdaşı olan ünlü yazarlar kitaplarının sefasını sürerken, Suat Hanım bir lokma bir hırkanın peşindeydi.
Çünkü, toplumla arasına yüksek duvarlar örülmüştü. Bilerek, istenerek.
Aslında Sabahattin Ali için de geçerli bu söylediğim. Hapis köşelerinde süründürüldü, olmadı, kafasına bir odunla vurulup yok edildi.
Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi aynı dönemin yazarları Millî Eğitim’in önerdiği kitaplar arasında yer alırken, Suat Hanım’ın birçok kitabı basılamadı bile. Gazete köşelerinde kaldı. Sonra unutuldu, gitti.
Sabahattin Ali için de geçerli bu söylediğim. Hatta Celile Hanım’ın sevgili oğlu Nâzım Hikmet için bile.
Bakmayın ilerleyen yıllarda peynir ekmek gibi satmasına, Nâzımcık kitaplarının bu kadar geniş kitlelere ulaşabileceğinin hayalini bile kuramadı.
Hem onun hem de Suat Derviş ile Sabahattin Ali’nin hakları ilerleyen yıllarda teslim edilecek, toplumlarıyla gecikmeli de olsa buluşmaları sağlanacaktı.
***
Aslında bu yazıda size Kızıl Çengi’den, bir başka deyişle son kitabımın kahramanı olan Cahide Sonku’dan söz edeceğim.
Uzunca bir girizgâh yaptım çünkü, “biyografik roman dizisi” diyebileceğim romanlarımın kahramanlarını seçerken nasıl bir bakış doğrultusunda hareket ettiğimi anlatmanın peşindeyim.
Mesele, ultra ünlüler üzerinden yürümek olsaydı ilk dört romanımı da, son romanım Kızıl Çengi’yi de solda sıfır bırakacak kimler geldi, kimler geçti ülkemizden.
Başta da dediğim gibi, sıra dışının peşindeyim. Bu doğru. Ama meşhur olanın peşinde değilim. Bu da doğru.
Yazma serüvenim; içinde yaşadığımız toplumu, dünyayı, çevreyi anlamaya yönelik. “Anlama ve anlatma,” dersem belki daha doğru olur.
Bugüne nasıl geldiğimizi, yarına dair ipuçlarını hep geçmişimizde aramak durumundayız.
Geriye doğru dönüp yüz elli, hatta iki yüz yılımıza baktığımızda göreceklerimiz, görmemiz gerekenler yüzünden (sayesinde, nedeniyle…) bugünlere geldik.
O hâlde sistemli, araştırmacı, analitik bir bakış geliştirmemiz hâlinde, geleceği pekâlâ görebiliriz.
Sizce de öyle değil mi?
***
Sıradan insanlar rüzgârlara göre hareket ederler, okuması yazması olanlar ise geçmişten geleceğe bir bakış geliştirirler.
Ne hikmetse, her iki toplum kesimi de on yılların, yirmi yılların, hatta bir ömrün, ülkelerin tarihinde çok kısa zaman dilimleri olduğunu anlamaya da, kabul etmeye de pek yanaşmazlar.
Oysa öyledir. Söz konusu tarih ise, torunlar dedelerinin ektiklerini biçerler. Kendi ektiklerini değil. Onların ektiklerini sonraki nesiller biçeceklerdir.
Böyle olduğunu bilmeme rağmen, geçmişten ders çıkartarak geleceği şekillendirme arzuma gem vuramadığımı, en azından burada itiraf etmeliyim.
Yirmili yaşlarımdan itibaren, bugüne (yani içinde yaşadığım duruma) müdahale etme isteğiyle yaşadım.
Altmışlı yaşlarımın sonlarına yaklaşırken anlıyorum ki, değiştirmek istediğim aslında dedelerimden kalanlar.
Öte yandan, torunlarımın nasıl yaşayacakları, bugün benim ne yapacağıma, nasıl davranacağıma, onlar için nasıl bir ülke, dünya hayal ettiğime bağlı.
***
Bazı okurlarım romanlarımı üç ana eksen üzerinde yazmaya çalıştığımın farkında. Dinler tarihi, ezoterizm, mitoloji gibi konular ilk eksenim. İkinci eksenim dönem romanları. Üçüncüsü ise biyografik romanlar.
Aslında her üç türde de aynı işi tekrarlıyorum: Dünyayı ve içinde yaşadığım toplumu anlamaya çalışıyor, onu değiştirebilmek için kendime ve okurlarıma ipuçları vermeye çalışıyorum.
Bunu yaparken insanların hayatlarına derinlemesine giriyor, tarihsel olayları didikliyor, önemli altüst oluş dönemlerine mercek tutuyorum.
Kızıl Çengi de işte bu bakışın bir ürünü.
***
Cahide Sonku bir roman karakteri olarak son derece iddialı bir isim.
Düşünün bir kere, önce on beş, sonra yirmi, sonra yirmi beş, ardından otuz milyonun Cahide’si oluyor değerli sahne insanı.
Oynadığı oyunlara, çektiği filmlere, sadece afişlerde onun ismi olduğu için gidenler çoğunlukta.
Yaptığı her işle gişe rekorları kıran ve kırdıran bir yıldızdan söz ediyorum!
Öte yandan, bu söylediklerim onu bir roman kahramanı yapmaya tabiatıyla yeterli değil.
Öyle olsaydı, az önce de dediğim gibi, ünlü, çok ünlü, çok çok ünlü kimler geldi, kimler geçti şu gök kubbenin altından.
Peki, neden o zaman Cahide?
Çünkü Cahide bize, 40’lı, 50’li, 60’lı hatta 70’li yıllarda, toplumun kılcal damarlarında dolaşma imkânı veriyor, nasıl bir ülkede yaşadığımızı anlamamızı sağlıyor.
Üstelik anlatarak filan değil hayatıyla, bir başka deyişle, göstererek yapıyor bunu Cahide.
Öyle bir hayat yaşıyor ki kahramanımız, onunla fakirliğin ve zenginliğin ne demek olduğunu dibine kadar anlıyoruz.
Çiçeği burnunda Cumhuriyet’in sanat aşkıyla yanıp tutuşan evlatlarının ne büyük fedakârlıklarda bulunduklarını, önlerinin nasıl kesilmeye çalışıldığını, nasıl direndiklerini keşfediyoruz.
Burjuvazisi olmayan bir toplumda, burjuva özentilerinin ne kadar komikleşebildiklerine de Cahide örneğinden tanıklık ediyoruz. Ayakkabıdan şampanya içmeler, yollara kırmızı halı döşemeler, yazlık ve kışlık evler hediye etmeler, havada uçuşan son model otomobil anahtarları ve daha neler, neler…
Cahide’nin hayatından hareketle, siyasetin sanatı şekillendirmeye çalışmasının getirebileceği vahim sonuçlara birinci elden tanık oluyoruz. Şu netameli Demokrat Parti dönemi var ya, onu içinden öğreniyoruz.
Cahide’nin evinde bir koltuğa oturuyor, bacak bacak üstüne atıyor, siyasetçi ile iş adamı ikilisinin sarmaş dolaş olmasının nasıl bir kirlenmeye, yozlaşmaya yol açabileceğini, gözlerimiz fal taşı gibi açılarak izliyoruz.
Örnekleri çoğaltmam mümkün. Ama hepsi bizi aynı sonuca, içinde yaşadığımız toplumu anlamaya götürüyor.
Hasılıkelam, Cahide Sonku’nun hayatını anlattığım Kızıl Çengi çok da uzak olmayan geçmişimize ışık tutuyor, bugünü anlamamızı sağlıyor.
Kızıl Çengi, en çok da hakikaten bir yıldız kumaşına sahip Cahide Sonku’nun yaşamına tanık olmamıza olanak veriyor. Beraberinde, tiyatro ve sinema tarihimizden çok önemli bir kesit sunuyor.