Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

Bu yılki Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan Bir Düşüşün Anatomisi (Anatomy of a Fall/ Anatomie d’une chute) izledikten sonra uzun bir süre kafanızda taşıyacağınız, evirip çevirerek yeni detaylar keşfedeceğiniz derinlikli bir film. Her türlü medya içeriğini büyük bir iştahla tükettiğimiz ve hiçbir şeyin uzun süre zihnimizde iz bırakmadığı günümüzde bu başlı başına bir başarı. Aslında filmin konusu ilk bakışta son derece basit gibi duruyor. Film karlarla kaplı Fransız Alplerindeki bir dağ evinde yaşayan Alman yazar Sandra (Sandra Hüller) Fransız eşi Samuel (Samuel Theis) ve 11 yaşındaki görme engelli oğulları Daniel (Milo Machado Graner) çevresinde dönüyor. Samuel’in filmin hemen başında dağ evinin çatı katından düşüp ölmesiyle bu görünüşteki dingin atmosfer adeta yerle bir olur. Karlarda yatan ceset sahnesinde şiddetle mekânsal dinginliğin çelişkisi ise son derece keskindir.

Ve bütün şüphe okları derhal Sandra’ya çevrilir. Sandra katil midir? Bu klasik polisiye sorusu film ilerledikçe önemsizleşecektir. Sandra kendini savunmak üzere gelen avukat dostuna, “Onu ben öldürmedim,” der. “Mesele bu değil,” diye karşılık verir avukat. Bu diyalog aslında bize bir cinayetin aydınlatılmasından çok bir evliliğin geriye dönüşlerle nasıl lime lime edileceğinin ipucunu verir. Mutlu görünen her ilişkinin içinde gerilim hatları, kavgalar, rekabet ve sadakatsizlik var mıdır? Bunlar hangi noktada şiddete döner? Bir evlilik mahkeme salonunda mikroskop altına alınırsa gerçeğin yerini sadece algı mı alır? Yönetmen Justine Triet tek güvenilir tanığın gözleri görmeyen bir çocuk olduğu şüpheli bir ölümle ilgili, bizleri tekinsiz bir yolculuğa çıkarıyor. Ancak çok geçmeden Triet’yi meşgul eden şeyin kocanın değil, evliliğin ölümü olduğunu anlıyoruz. Sandra mahkeme salonunda jüriye, “Bazen birlikte, bazen tek başımıza kavga ederdik. Bazen de birbirimizle kavga ederdik,” der. Bu aslında her ilişki için geçerli olsa da şüphelinin ağzından döküldüğünde farklı bir anlam kazanır. Sandra ve Samuel’in özel yaşamı didiklendikçe gerek Sandra’nın biseksüel kimliği, gerekse kocasından daha başarılı bir kadın olması sık sık bir cinayet motivasyonu haline getiriliverir. Sandra, sadece cinayet iddiasıyla değil adeta kocasından daha iyi bir yazar ve kötü bir anne olduğu için de yargılanmaktadır.

Filmin tartışmasız kreşendosu mahkeme sahnesinde efektler yoluyla anlatılan mutfaktaki çatışmadır. Bu noktada film boyunca mutfağın aslında en önemli olayların yer aldığı mekân olduğunu görürüz. En büyük kültürel aidiyet unsuru olan dil ise filme farklı bir katman ekler. Sandra anadili Almancanın yerine kocasının anadili Fransızcayı kullanmayı reddeder. İngilizceyi ortak alan olarak kullanırlar. Mahkeme salonundaki sert sorgulamada Sandra kelimeleri doğru kullanmak adına Fransızca sorulara İngilizce yanıt verir. Sandra’yı oynayan Hüller, görünüşte sakin, mesafeli ve duygularına hâkim görünürken alttan alta kaynayan öfkeyi ve isyanı yüzünün her kasına yansıtır. Hüller’in bu nüanslı oyunculuğu, diller arası geçişkenlikteki hâkimiyeti filmi ince bir çizgide tutmaya katkıda bulunur. 

Bir evliliğin dinamiklerini mercek altına alan Bir Düşüşün Anatomisi’nin psikolojik gerilimin çok ötesine geçtiği muhakkak. Gerçeklik ve algı, şüphe ve rasyonellik arasındaki gri alanı oyuncu performansları, çoklu okumaya açık senaryosu ve görsel diliyle sunan film sinema sanatını neden sevdiğimizi bize yeniden hatırlatıyor.