Sevgi Soysal’ı yazmak için zamanda dokuz yıl kadar geriye gidiyorum. Bir Temmuz günü elimdeki son kitabı bitirmiş, ne okusam diye bakınırken kitaplığımdaki tek Sevgi Soysal kitabına gidiyor aklım. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nin eski bir baskısı. Evde tadilat var, her kapıdan bir usta çıkıyor ve bu ortamda ilk Sevgi Soysal kitabını okuyorum. Aklımdan silinmeyecek kadar fazla etkileniyorum ve sade bir okur olarak bu hayranlığımı ifade edebileceğim cümleleri kuramayacığımı düşünüyorum. Daha önce nasıl onun kitaplarını okumamışım cümlesi fır dönüyor zihnimde. Etrafımdaki edebiyatı seven, okuyan herkese haber edeyim, benim gibi geç kalmışlara gecikmeden mutlaka Sevgi Soysal okuyun demek istiyorum.
O günden sonra okuduğum diğer kitaplarıyla sevgim, hayranlığım katlanarak arttı. Onu okumamıza, tanımamıza engel koyan sistemlere, otoritelere öfke duydum. Evet o yazmaya başladığında ben küçük bir çocuktum. Çok erken ve üretken bir yaşta kendisini kaybetmiştik. 1980 lerde yazan ve siyasi fikirlerini de açık eden bir kadın yazar olarak Sevgi Soysal’ı ve yazdıklarını öylece unutturmuşlardı. Zamanın içinde birini yok sayarak unutturmak, kaybetmek bu topraklarda çok olan bir durum. Özellikle 80’lerde çocuk olmuş bir kuşak için Sevgi Soysal yok, yazdıkları yok. Ne edebiyat derslerinde adı geçti, ne tek bir hoca onun kitaplarından bahsetti.
Şimdilerde benim öznel zamanım daha çok kadınlara, yazdıklarına, sezgilerine önem vermek üzerinden işliyor. Böyle zihinlere her türlü yakın durmak istiyorum. O yüzden de Sevgi Soysal gibi iyi bir yazar ile kısa da olsa aynı dünya zamanında aynı coğrafyada yaşamış olmak düşündüğümde büyük haz duymama neden oluyor. Kişisel tarihini bilmeyi, yazdıklarına dair iki söz söylemeyi, insanları yazdıklarını okumaya heveslendirmeyi çok önemsiyorum.
Bu küçük fakat önemsediğim kişisel çabalarımla onu hatırlatmaya çalışırken geçen hafta sosyal medyada İstanbul Büyükşelir Belediyesi’nin Taksim’de Sevgi Soysal adına bir kütüphane açtığını okuduğumda tam anlamıyla coşkuyla doldum. Ne zaman unutturulmaya çalışılmış bir kadının ismi hatırlanıp hakkı verilse böyle hissederim. Binanın mavi cephesinin görüntüsü ve bir de Gezi Parkı’na komşu olduğu aklımda yola koyuldum.
Öncesinde yine unutturulan bir kadın yazar Suat Derviş’in Avrupa Pasajı’daki “Ben yazar Suat Derviş’im” sergisini gezip istiklal Caddesi’den Taksim’e doğru yola koyuldum.
Sevgi Soysal’ın yaşadığı zamanı ve o zamandan kadınlığı anlatma çabalarının karşılık bulduğu ve artık yazdıklarıyla olduğu kadar adını taşıyan kütüphanesiyle de gelecek zamana ulaşacağı fikri beni çok sevindiriyordu. Kütüphaneyi aramak bile mutluluk vericiydi.
Açılışı henüz bir kaç gün önce olmuş kütüphaneye ulaştığımda bütün çalışma alanlarının dolu olduğunu gördüm. Taksim gibi çok merkezi bir yerde, ihtiyaç duyulan bir mekan oluşturulmuş ve Sevgi Soysal’ın adını taşıyor. Nihayet duygusu…
Kütüphane çalışma masaları hariç rahat koltuklu oturma alanları şeklinde düzenlenmiş. Açıkçası ben de İstiklal Caddesi ve Taksim’in kalabalığından Sevgi Soysal’a kaçıverdim. Tıpkı dünya zamanının tatminsizliğinden edebiyat zamanına kaçışım gibi. Rahat ve konforlu bir mekan yaratmaya çalışılmış, uzun süre zaman geçirmeye de uygun. Üstelik biraz okumaya mola vereyim dediğinizde cam kenarına geçip Gezi Parkı’nın yeşiline dalabilirsiniz. Ayrıca yirmidört saat açık bir kütüphane.
Benim için o kütüphanede olmak; Yürümek romanındaki kendi yolunu yürümeyi seçen Ela’yla, Tante Rosa’yla ve Sevgi Soysal’la zaman geçirmek kadar değerliydi. Taksim’e ve Sevgi Soysal Kütüphanesi’ne yolunuzu ve zamanınızı düşürün derim.