Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

Netflix son dönemde ne kadar da fazla dolandırıcılık öyküsüyle dolu. Yalandan hayatlar, sahte mutluluklar, içi kof ilişkiler, mış gibi yapanlar, özenle inşa edilen sanal kimlikler… Eminim sayısız hikâye, bir gün gelip dijital platformlarda popüler kültür anlatısı olmayı ve küresel çapta paylaşılmayı bekliyor. Kaç sahtekârın, kaç dolandırıcının ipliği Netflix’te pazara çıkacak bakalım.

 

Tinder Avcısı (The Tinder Swindler) işte tam da böyle bir dolandırıcılık belgeseli. 2 Şubat’ta Netflix’te gösterime girdikten sonra dünya çapında 50 milyondan fazla izleyici çöpçatanlık uygulaması Tinder’da yaşanan bu gerçek öyküyü izledi. Konu malum. Asıl adı Shimon Hayut olan Simon Leviev, Tinder’da kendini zengin bir elmas tüccarının oğlu olarak tanıtarak türlü romantizm taktikleriyle dört kadından aldığı yaklaşık 7.4 milyon sterlini cebe indiriyor. Simon jet sosyete hayatından görüntülerle önce kadınları kendine çekiyor, bir ay boyunca hedeflediği avını hayatının aşkı olduğuna inandırıp bu lüks hayatının parçası haline getiriyor. Özel jetler, ultra lüks oteller, mum ışığında romantik yemekler derken kadınları kendine bağlıyor. Sonrasında “peşimde düşmanlar var” yalanıyla kadınlara kredi üstüne kredi çektirerek onları finansal olarak çökertiyor.

 

Ustaca kurduğu bu dolandırıcılık mekanizması üzerine düzinelerce haber ve makale yazıldı bugüne dek. Üstelik 2019’da dolandırıcılık, hırsızlık ve sahtecilikten suçlu bulunup hapishanede beş ay geçirdikten sonra Mayıs 2020’de “iyi davranıştan” serbest bırakıldığı da çok konuşuldu. Shimon ise yaptıklarını inkâr edip durdu. Kendini sadece iflah olmaz bir romantik, kadınlara düşkün genç bir adam olarak tanımlayıp işin içinden sıyrılmak istedi.

 

Ancak işin ironik tarafı Tinder Avcısı bir dolandırıcının değil üç mağdur kadının öyküsü. İlk olarak Norveçli Cecilie ile tanışıyoruz. Kendini “Tinder uzmanı” olarak tanımlıyor. Bu uygulama üzerinde çokça zaman geçirdiğini ve pek çok erkekle tanıştığını saklamıyor. Ama Simon ona göre farklı. Kırmızı güllerden oluşan dev buketler, onu Oslo’da sık sık ziyaret etmesi ve aynı eve taşınmayı teklif etmesi Cecilie’e ciddi ilişki hayalleri kurduruyor. Her şey harika giderken bir gece kendisinin ve korumasının kanlı fotoğrafları eşliğinde peşinde ciddi bir tehlike olduğu algısının yaratılmasıyla büyük oyunun son evresi başlıyor. Simon birdenbire sahip olduğunu iddia ettiği büyük servetine erişemiyor ve Cecilie’den yardım istiyor.

 

İkinci kadın ise İsveçli Pernilla; Cecilie’den daha ayakları yere basan bir izlenim yaratıyor izleyicide. Bir kere Simon’la romantik ilişkiye girmiyor ama sıkı dost oluyorlar. Simon ve onun Rus model sevgilisiyle ultra lüks Avrupa tatillerine gidiyor, ta ki sözde düşmanlar parasını çekmesini engelleyene kadar. Sonrası ise malum.

 

Son kadın yani Hollandalı Ayleen ise izleyicinin en fazla sempati duyduğu Simon mağduru. Zaten sonunda Simon’ı tutuklatarak tüm kadınların intikamını da o alacak. Hikâye Norveç’in en büyük gazetesi VG’de haber olunca (bu noktada en azından bazı coğrafyalarda yazılı basının gücünü görüp içimiz yağ bağlıyor) bu kez sosyal medya linci başlıyor. Yanlış anlamayın bu linç dolandırıcı Simon’a değil üç mağdur kadına karşı. Neler yazılmıyor ki kadınların hakkında? “Paragöz, servet avcısı ve lüks meraklısı” olmalarından tutun “aptal ve saf” olmalarına kadar sayısız suçlama gırla gidiyor. Oysa bu öykü bizlere basit çıkarımlardan ötesini sunuyor. Bir kere ekrandaki kadınların üçü de insanlara güvenin hâlâ esas olduğu kültürlerden geliyor. Sahtekârlığın boyutundan şüphelenmek bu kadınların kültürel kodlarına pek işlememiş. Kuzey Avrupa naifliğinin hedeflenmesinin rastlantı olmadığını düşünmeden edemiyorum.

 

Diğer bir boyut da elbette çocukluktan beri kadınlara pazarlanan romantizm imgesi. Romantik olmanın vazgeçilmez klişelerini tekrar tekrar üreten dev bir sistem karşısında direnmek imkânsız; sevgililer günleriyle, romantik komedi türündeki dizi ve filmleriyle, hafif aşk romanlarıyla, haber diliyle, oyuncaklarıyla üstümüze üstümüze geliyor. Dolayısıyla mağdur kadınları suçlamanın acımasızlık olduğunu düşünüyorum.

 

Şu günlerde Simon kurbanı olan bu üç kadın, bir yandan örselenen onurlarını bir yandan da öde öde bitmeyecek gibi görünen borçlarını yoluna koymanın peşinde. Belgeselin yönetmeni Felicity Morris’in kamerasını kadınların yüz ifadelerine odaklamasının önemini artık daha iyi anlıyoruz; ne de olsa bu onların hikâyesi.