Bu filmi ilk nerde ve nasıl gördüğümün bir önemi yok, biliyorum. Ama karşılaşmamızı tetikleyen şeyleri unutamıyorum. Bir arkadaşımın çok kötü bir filmdi, sakın izleme demesi üzerine merakımdan kıvranarak gece eve varır varmaz oturdum ve izledim. Bitirdiğimde saat üçe geliyordu. Uzun uzun karşımdaki duvara bakıp durdum, bir süre sonra salona gittim biraz da oradaki duvarları seyrettim. En sonunda sabah olmasına yakın odama gidip uyumaya çalıştım. Nafile bir çabaydı, bu sefer de odamın tavanına bakıp sanki bir projeksiyon cihazı o sahneleri oraya yansıtıyormuş gibi tavanı izledim. Ertesi gün ve takip eden bir ay durmadan filmin soundtrack’ini dinledim.
Cahit gittiği yerde nasıl bir hayat kurmuştu acaba diye durmadan düşündüm. Filme kafamda onlarca alternatif final hazırladım. Sibel Cahit ile gitseydi, ya da Cahit İstanbul’da kalsaydı. Sibel Almanya’dan Türkiye’ye hiç dönmeseydi vb. sahneler. Bahsettiğim bu film Fatih Akın’ın 2004 yılı çıkışlı Duvara Karşı filmi. Sanırım filmin Türkiye sinemasına aidiyeti oldukça tartışmalı görünse de ve bu konuda başka karşıt görüşler olsa da benim en sevdiğim Türk filmi olabilir. Bahsettiğim karşıt görüşler Fatih Akın sinemasının tam anlamıyla Türkiyeli sayılmamasıyla ilgili. Melez bir sineması olduğu su götürmez gerçek ama bu köksüzlüğünün binlerce insanı evinde hissettiren bir sıcaklığı ve kapsayıcılığı da reddedilemez.
Benim ve filmden etkilenen yüz binlerce kişinin bu filmi bu kadar içten ve gerçek bulmasında elbette ki filmin başrol oyuncularının sahiciliğinin payı büyük. Hayattaki her şeyini gerçekten kaybetmiş bir karakter olan Cahit Tomruk’u gerçek bir kaybeden olarak sayabileceğimiz Birol Ünel oynarken kişisel hayatında da ailesinin gelenekselliğinden ve muhafazakârlığından muzdarip Sibel Kekili ise Sibel Güner karakterine hayat veriyor. Bir nevi Fatih Akın gerçeği başka paralel bir hikâyede kurguya dönüştürüyor. Tek yapması gereken bu iki kişiyi buluşturmak.
Aile baskısından kurtulmak için Almanya’da pek çok Türk kızının başvurduğu yola başvurup bir Türk ile sahte evlilik yapan Sibel, bu evlilik için en uygun adayın Cahit olduğuna emindir. Birbirlerine karışmayacakları, kimsenin kimseyi huzursuz etmeyeceği ve bir süre sonra da kâğıt üstünde bitecek bir evlilik planlamıştır. Ama filmde çokça anılmasa da ilk eşini, Katerina’yı, kaybettikten sonra hayata küsen Cahit ağır ağır Sibel’e âşık olmaya başlar. Bir intihar sahnesiyle başlayan hikâye giderek yaşama tutunuşun ve bir aşkın öyküsüne dönüşür. Sibel’in ise tek istediği ise özgürce cinselliğini, kadınlığını yaşamak ve kimsenin ona müdahale edemeyeceği bir hayat kurmaktır.
Filmin devamında Sibel de Cahit’e âşık olur ama araya bir cinayet, ayrılık, kaçış hikâyesi girer. Filmin son kısımları Sibel’in bekleyişi ve İstanbul’da kendini kaybedişi üzerine kurulur. Cahit aradığını bulup iyileşmeye koyulmuşken Sibel âşık olmuş ve kaybolmuştur. Yapabildiği tek şey beklemektir. Yazdığı mektuplarda bekleyeceğini söyler. Beklemek ve beklerken dönüşmek ise her hikâyenin kaçınılmaz döngüsünü kurar.
Filmin sonunda ise bir kavuşmanın imkânsızlığının idrakinde ama umutla iki karakteri aynı sahnelerde İstanbul’un gölgesi altında izleriz. Berlin bulmanın şehriyse İstanbul aşkın kaybedildiği yer olur. Cahit bir yolculuğa çıkar ve baba memleketi Mersin’e gider.
Sibel’i istemeye gittiğinde kırık Türkçesiyle cümleleri kuramayan Cahit; Sibel’in abisinin Türkçene ne yaptın sorusuna, attım diye yanıt verir. Köksüzlük filmin sonunda bir tür öze dönüş olur çıkar karşımıza. Cahit attığı ve unuttuğu ne varsa hatırlar, onlara tutunur.
Film biter, müzik girer, son 1-2-3.
“Herkes sevdiğine böyle mi yapar”