Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

Bir süredir yeme kültürüne değen temalara kafa yoruyorum; farklı kültürlerin yeme alışkanlıkları, yemek tüketme ritüelleri, yerel tatlar ve yiyeceklerin paylaşımının yarattığı ortak dil ve elbette bunun popüler kültürdeki yansımaları… Dayanışma sembolü olarak, dini inanışlar ötesi paylaşılan aşure, ölülerin ardından tutulan yas eşliğinde kavrulan irmik helvası, kutlamalarda kesilen pasta, hasta komşuya götürülen bir tas çorba. İnsanları birbirine kenetleyen, tüm ayrımları öteleyip onları birleştiren kimi zaman aşina kimi zaman da yeni keşfedilen doyumsuz tatlar. Evin kuytu köşelerinden çıkan sararmış kağıtlardaki anneannemin yemek tarifleri mi beni bu düşüncelere itti yoksa bir sofra etrafında buluşmanın, yiyeceği paylaşmanın o kenetleyici, kimi zaman da devrimci gücü mü bilmiyorum.

 

2018 yılında o huzursuz ruhunun sesine dayanamayıp hayatına son veren Anthony Bourdain’in fotoğraflarına bakıp duruyorum şimdilerde. Favorim, dönemin ABD Başkanı Obama ile Vietnam’da plastik taburelere tünemiş Bun cha denilen yerel Hanoi eriştelerini yedikleri fotoğraf. “Yemek belki dünya barışına yanıt olamaz, ancak pekâlâ iyi bir başlangıç olabilir” diyor Bourdain. Dünyada yenen en keyifli yemeklerin çok nadir olarak en pahalı lokantalarda yendiğini çoktan keşfetmiş. Yüzünde yerel lezzetlerin peşinde fırtınalı bir yaşamın yorgun ama pırıltılı izlerini taşıyor.

 

Son yıllarda sayısı hızla artan yemek yarışma programları, medyada boy gösteren şöhretli şefler, gastronomi alanına olan yoğun ilgi, organik gıda satışlarındaki patlama, yerel tatları dünya izleyicisine açan sanatsal belgeseller yemek kültürünün popüler alanını genişletti. 1990’ların sevilen komedi dizisi Everbody Loves Raymond’ın yaratıcısı Phil Rosenthal, Netflix için kişisel olarak benim en çok kıskandığım işe soyundu ve bu kez kamera karşısına geçti. Phil, Tel Aviv’den Bangkok’a, Montreal’den New Orleans’a, dünyanın farklı noktalarına seyahat edip kent sakinleriyle oranın yerel tatlarını deniyor. Ne muhteşem ve kıskanılası bir iş! Somebody Feed Phil (Biri Phil’i Doyursun) adını verdiği belgesel dizisi dünyada çoktan en fazla izlenilen eğlencelik dizi olmuş vaziyette. 2018’den beri çekilmiş tüm bölümlerine Netflix’te ulaşılabilen belgesel dizisi, 190 ülkede gösteriliyor ve Phil Rosenthal’a çoktan on üçüncü Emmy adaylığını getirmiş bile.

İşin çekici tarafı Phil, Anthony Bourdain ya da Andrew Zimmern gibi şef ya da gurme falan değil. Hatta hiçbir mutfak deneyimi olmayan sıradan biri Phil. Belgeseli çekici kılan tam da bu aslında. Phil’in bizden biri olması ve milyonlarca kişiyi temsil etmesi. İzleyici olarak Phil’in ağzına attığı her lokma sonrasında vereceği tepkiyi merak ediyoruz. Phil olağanüstü pozitif, iyimser ve esprili biri olarak genelde yediği her şeyi kocaman açılan gözleri ve abartılı ağız şapırtılarıyla karşılıyor. Ancak bu her yemeği beğendiği anlamına da gelmiyor elbette. Kendine uymayan tatları ya da midesini bozan yemekleri aynı esprili haliyle kamera önünde ifade etmekten de geri durmuyor. Phil aslında herkesin birlikte seyahat edip yemek tatmak isteyebileceği eğlenceli bir yol arkadaşı. Onunla güle oynaya Venedik’te dondurma, Cape Town’da kahve tadıyorsunuz ya da Buenos Aires’te empanadas böreğinin nasıl yeneceğini öğreniyorsunuz. Kentlerin arka sokaklarında karşılaşılan umulmadık lezzetler, belgesel için önceden ölçüp biçilmediği çok açık matrak olaylar eşliğinde aniden tatmaya karar verilen yerel sokak yemekleri Somebody Feed Phil’i diğer dizilerden ayırıyor. Phil her daim aç ve inanılmaz bir iştahla yeni yemekler tatmak için çocukça bir sabırsızlık içinde. Phil’in tüm kültürlere gösterdiği sonsuz açıklık ve kucaklayıcı tavır aslında geleneksel Amerikan turistlerinin tam tersibir yaklaşım olarak okunabilir. Dünyada her gittiği köşede bilindik lezzetleri arayan, yerel mutfaklar yerine sırf tanıdık olduğu için fast food zincir restoranlarını tercih eden milyonlarca turist için Phil ortak bir dil arayışının da simgesi.

Aslında yemeklerimizi paylaşarak farklı kültürlerle kahkahamızı, gözyaşımızı, aşkımızı da paylaşıyoruz. İnsanlığa ait ortak ne varsa kapı aralığında paylaşılan bir tabak olup yüreğimizi ısıtıveriyor.