“Anı diye çoğunu, şimdilerde kendim uyduruyorum. Mutlu anılara ihtiyacım var. Mutlu anılar uyduruyorum”
Selim İleri Yalnız Evler Soğuk Olur kitabının çıkış hikâyesini, karakterleri, kitabın yazılış tekniğini, geçmişten günümüze Kadıköy’ü ve anılarını Zeytin Dalı’nda Müge İplikçi’ye anlattı.
SELİM İLERİ’YLE KOÇO’DA BİR İKİNDİ VAKTİ
Yayına Hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Bu metin Müge İplikçi’nin Selim İleri ile yaptığı kaydın, yazıya uygun biçimde dökümüdür. Kaydın tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
‘Anı’ diye çoğunu şimdilerde kendim uyduruyorum. Mutlu anılara ihtiyacım var. Mutlu anılar uyduruyorum.
Müge İplikçi: ‘’Zeytin Dalı’’ndan herkese merhaba efendim. Bugün çok özel bir mekânda, çok özel bir konukla birlikteyiz ve onun son kitabını; Yalnız Evler Soğuk Olur’u konuşacağız. Sevgili Selim İleri bizlerle. Hoş geldin Selim.
Selim İleri: Teşekkür ederim Mügeciğim.
Müge İplikçi: Bu kitap beni bambaşka yerlere götürdü, içinde kaybolup gittim, doğruya doğru. Nereden çıktı bu fikir?
Selim İleri: Bu fikir, hiçbir sebep yokken, bütün bir ömrün ödeşmesi olarak karşıma çıktı. Bundan on yıl kadar önce, neler yazmışım neler yapmışım neler yapamamışım, yazdıklarıma baktım. Onun bir dökümünü yapmaya çalışırken böyle bir fikir geldi. Bilhassa, 65 yıllık ömrümde yaşadığım siyasi olaylar beni düşündürttü ve onları nasıl toparlarım, nasıl yansıtabilirim, derken karşıma çıktı.
Müge İplikçi: Ve bu kitapta Süha Rikkat karakteriyle karşı karşıyayız. Dahasını da yapmışsın; Selim ileriyi de orada bulduk, değil mi?
Selim İleri: Evet.
Müge İplikçi: Bunu itiraf ediyorsun yani.
Selim İleri: Evet. Ben olduğumu itiraf ediyorum. Süha Rikkat karakterinin bu kitapta olmasının sebebi şöyle: 1983 yılında Ölünceye Kadar Seninim romanını yazmıştım. O yıla kadar yazdığım kitaplar, beni bir anlamda neredeyse meşhur eden kitaplardı: Her Gece Bodrum, Ölüm İlişkileri, Cehennem Kraliçesi… O yıllarda severek yazdım bu kitapları, ama yazdıklarım bir yerden sonra tükenmeye mahkûm şeylerdi; daha çok, insanın cinsel dünyasına ait şeylerdi. Bilgi Yayınevi ile çalışıyordum. Yayınevi’nin başında da büyük şairimiz Attilâ İlhan vardı. Bu kitapların okur tarafından merakla okunduğunu söylüyordu bana, ben de gençlik ihtirasıyla ona cevap vermeye çalışıyordum. Fakat bir nokta geldi, bütün bunlardan sonra insanın yazabileceği başka şeyler olması gerektiğini düşündüm ve ilk defa Ölünceye Kadar Seninim romanını yazdım. Kaybolmuş bir İstanbul’da, kendisi de kaybolmuş, bir zamanlar aşk romanları yazmış ve artık unutulmaya mahkûm ‘’ihtiyar’’ bir kadın romancının hikâyesi. Benim o andaki durumuma çok uzak bir insandı hem cinsiyet olarak hem de konum olarak uzaktı. O kitabım hiç satmadı, yerlerden kazındı. Bir ânda Selim İleri unutuldu. Ama bundan pişman olmadım, garip bir inatla, ona yakın bir çizgide yol aldım.
Yıllar sonra, gerçek siyasi düşüncemi açıklamak üzere bir kez daha Süha Rikkat’e ihtiyaç duydum. “Benimle o birleşse nasıl bir şey ortaya çıkacak?’’ diye böyle bir romanı yazmayı düşündüm.
Müge İplikçi: Romanda kullanılan teknik de çok ilginç. İç monologlar var, bilinç akışı tekniği var.
Selim İleri: Evet, her türlü tekniği harmanlamaya çalıştım.
Müge İplikçi: Bunların ötesinde, buradaki temel payda “Yalnızlık’’ olarak karşımıza çıkıyor. Selim İleri mi daha yalnız? Süha Rikkat mı daha yalnız?
“BİR YALNIZLIK EKİBI KURABİLIRİZ’’
Selim İleri: Okur mu daha yalnız acaba? Çünkü benim hitap etmeye çalıştığım veya beni elimden bırakmayan okur, yalnız insanlar oldu hep. Senelerce ayakta durma imkânım olduysa, o yalnız insanlar sayesinde oldu. Bir imza gününde, gelen insanlara baktım; hepsi bana benziyorlardı, hep yalnız insanlardı. “Bir yalnızlık ekibi kurabiliriz’’ diye düşündüm. O açıdan bu romanda onun güveniyle hareket edebildim. Onlara hitap etmek istedim ve onlarla ayakta durabileceğimi biliyorum. Bu kitabım bir kesim okura da ulaştı sanıyorum.
Müge İplikçi: Kitapta kullandığın tekniğe bakıyorum. Kitabın en başında, Akşit Göktürk’e referans verilmiş olan bir bölüm var. Onun sözünü ettiği, “Romanın kendine özgü gereci diye bir şey yoktur. Her şey romanın kendine özgü gerecidir,’’ sözü aslında çok fişekleyici bir yaklaşım ve Selim İleri’nin bu kitabı yazarken ki temel çıkış noktası gibi geldi bana.
Selim İleri: Akşit Göktürk’ü sen tanımadın tabii.
Müge İplikçi: Benim hocamdı. İngiliz Dili ve Edebiyatında tanıma şansı buldum.
Selim İleri: Çok sevindim. Akşit Göktürk hocam olmadı ama hocam kadar yakın oldu. Çok aziz bir dostum, çok sevdiğim bir insandı. Her şeyini özenle okudum. İkimizin de müşterek olduğu bir yazar vardı: Virginia Woolf. Günlerce Virginia Woolf’u konuşmuşuzdur Akşit’le. Bu kitabı yazarken Akşit’ten çok yararlandım. Özellikle, onun Virginia Woolf üzerine yazdıklarına dönüp baktım ve orada bunu keşfettim. Ve bu tekniği orada keşfettim. Sen de ben de -gerçi sen benden sonraki kuşaksın- “Ne yazacağız, nasıl yazacağız?’’ üzerine çok kafa yorduk. Özgür bir alan bırakılmadı bize ya klasik yazacaksın ya bilinç akışı yazacaksın. Hâlbuki Akşit, Virginia Woolf’dan yola çıkarak, “İstediğini yaz. Özgür ol,’’ diyordu. Bizim belki de buna ihtiyacımız vardı.
Müge İplikçi: Vardı ve hâlâ var.
Selim İleri: Hiç şüphesiz. Hele senin çok daha fazla var. Önünde bir yaşam var. Ben yolun yarısını geçtiğim için daha özgürüm, daha rahatım, ne halt edersem edebilirim.
Müge İplikçi: Bir de tabii işin “Popüler roman’’ boyutu var. Selim İleri tarafından ele alınmış olan Süha Rikkat metnine baktığımızda, 40’lı 50’li yıllardaki o popüler aşk romans tipini çağrıştırıyor bize. Aynı zamanda, Yalnız Evler Soğuk Olur kitabında onunla hafif bir eleştirel karşılaşması var. Bizim gibiler, okurlar, yazarlar, bu popüler romanlarla nasıl bir bağ kurmalıyız? Geçtiğimiz yüzyılda ne haldeydi? Şimdi ne durumda?
KERİME NADİR’İN GELİNLİK KIZ’INI MUTLAKA OKUMAK GEREK
Selim İleri: Ben kendi maceramdan yola çıkarak anlatabilirim. Erkek okurlar ve çocuklar popüler romanları pek okumaz. Ama benim karşıma çıkan ilk büyüklere mahsus roman, Muazzez Tahsin Berkant’ın Yılların Ardından adlı romanıydı. O zamanın Hürriyet gazetesinde tefrika ediliyordu. O tefrikayı büyük bir hayranlıkla, zevkle takip etmiştim. Sonra yavaş yavaş Esat Mahmut, Muazzez Tahsin, tabii en başta Kerime Nadir’in kitaplarını okumaya başladım. Aralarında çok sevdiğim kitaplar oldu, onları aşk romanı olarak okudum. Ama sonraki yıllarda başka bir şeye de hitap ettiklerini fark ettim. Bilhassa Kerime Nadir’in. Mesela onun Gelinlik Kız adlı bir romanı var. Kimse farkında değil ama Türkiye’de kadının çalışarak ekonomik özgürlüğünü kazandıktan sonra ayakta durabileceğini işaret eden ilk kitaptır o. O insanların kendilerine mahsus başka bir şey de yaptıklarını yavaş yavaş idrak ettim ve onları savunmak ihtiyacını duydum. Uzun yıllar savundum ama bu çok yanlış anlaşıldı.
Günün birinde bir yayınevi bana o kitapları yeniden diriltmemi teklif etti. Bunu korkmadan yaptım. Biraz derleyip toparladım. Çok eski bir dili vardı, Türkçeleriyle oynadım. Dağınık yerler vardı, yanlış dizilmiş yerler vardı, onları düzeltmeye çalıştım ve okuyucuya hitap eder hâle getirdim. Fakat ne yazık ki bizim çevremizde bu konu çok yanlış anlaşıldı: “Selim İleri bu demode romanları yeniden gündeme getirdi,’’ dendi. Yani bir tür “kötülük etti’’ diye konuşuldu. Ama ben öyle düşünmedim, hâlâ da düşünmüyorum. O kitaplardan öğrenecek çok şey olduğuna inanıyorum. Mesela o derlediğim kitaplar arasında az bilinen bir örneği, Etem İzzet Benice’nin Yosma kitabıdır. O kitap, tek parti döneminin bazı olaylarını o kadar ustaca eleştirmiştir ki. O dönemin hiçbir gazetesinde haber olarak onları bulamazsınız. Uzaktan baktığınızda, bu kitapların hiçbir ciddi meseleye temas etmediği zannedilirdi. Ama bu kitaplar bazen çok ciddi meselelere temas etmişler. Bunlar önemli şeylerdi.
O dönemde beni bir tek kişi; Nihal Yeğinobalı savunmuştu. “Bu yazar, aşkı bilmeyen bir topluma aşkı öğretti, yetmez mi?’’ demişti. Nihal Hanım’ı da rahmetle analım. Çok önemliydi bu.
BUGÜN BAZI ŞEYLER ÇOK BİLİNEREK YAPILIYOR
Müge İplikçi: Peki, bugün bakıldığında, o popüler romanlara, bugün yazılanlara, “çok satar’’ olanlara nasıl yaklaşıyor Selim İleri?
Selim İleri: Biraz hain yaklaşıyor buna Selim İleri. Yetmiş beş yaşındaki bunak bir yazarın yaklaşımı diyelim. Sanki bunlar, onlar değilmiş gibi geliyor bana. Başka bir amaçları varmış gibi. Bilhassa Kerime Nadir. Kerime Nadir’le konuşma fırsatım da oldu. “Yaptığımız her şeyi içtenlikle yapıyorduk, bilerek yapmadık,’’ dedi. Belki yanılıyor olabilirim ama bugün bazı şeyler çok bilinerek yapılıyor.
Müge İplikçi: “İçtenlikten yoksun’’ diyorsun.
Selim İleri: Evet.
Bir de, bizlerden önceki o kuşakların yazarları, mesela bir Refik Halit Karay, olağanüstü bir Türkçesi, müthiş bir tekniği vardır. Kolay bir şey değil bunu yakalamak. Herkesin yapabileceği bir şey değil.
Müge İplikçi: Değil, evet. Mesela Peride Celal’in yazdıkları, içinde yaşadığı dönüşümler de çok farklıydı.
Selim İleri: Peride Hanım o konuda çok inatçı bir kadındı. Nur içinde yatsın, aziz bir dostumdu biliyorsun. O dönemi de reddetmişti. Çünkü Peride Hanım onları hiç isteyerek yazmamış. Para kazanmak zorunda olduğu için yazmış, çünkü ailesine bakmak zorundaymış. Ama kendi yazdıklarının çok kötü olduğunu kabul ederdi. Oysa mesela Refik Halit ve diğer bahsettiklerim inanarak yazardı. İnanarak yazdıkları için de ortaya inanılmaz şeyler çıktı. Peride Hanım, “Benim yazdıklarımın hepsi yalandı’’ derdi. Öyle bile olsa, Peride Hanım’ın yazdıkları arasında çok güzelleri vardır muhakkak.
Müge İplikçi: Bir de bize Kurtlar romanını bırakmıştır Peride Celal.
Selim İleri: Ama zaten onu istediği zamanda yazdı. Onu yazdığı vakit, artık daha başka bir noktadaydı. Nereden nereye geldiğinin hesabını çok güzel vermiş. Ama geçmişte yazdıklarını sevmezdi Peride Celal.
Müge İplikçi: Bunu hep düşünmüşümdür. Belki de bu baskıdan ötürüdür. Çünkü gerçekten bir “mahalle baskısı’’ da oluştu sonraları. O da zihnimizde bir yerlerde dursun.
Müge İplikçi: Yalnız Evler Soğuk Olur kitabına dönelim tekrar. Bir şiir gibi de okudum bazı satırları. Çünkü ‘’Şiir yazmak gençliğimin tutkusudur’’ diyen bir yazarı da takip ediyorum bu satırlar arasında. Kalabalıklar hiçbir zaman çılgın olmadı, hep anlamsızdı. Toplumsal hayattan uzaklaşalı, eski kitapların arasına gömüldüm. Beni yetiştirenler, yeniler, epeydir gönlümü çelmiyor diyor Selim İleri burada. Buna ne diyeceğiz?
Selim İleri: İsyan herhalde. Haksızlık da var. Benim verdiğim haksızlık.
Müge İplikçi: Bir yazarın isyan etme hakkı da var ama.
Selim İleri: Var. Zaman zaman öfkelere kapılıyoruz, dargınlıklarımız oluyor. Ama beni yetiştirenlere çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Yaşamak, sizi yetiştiren insanlara olan borcunuzdur bir anlamda.
Müge İplikçi: Hazır şu anda seninle Kadıköy’de Koço’dayken…
BEN KADİKÖYLÜYÜM; KOÇO’YA 70 YILDIR GELİYORUM
Selim İleri: Kadıköy. Doğduğum yer.
Müge İplikçi: Koço, Selim İleri’nin mekânı neredeyse.
Selim İleri: Tabii. Ben Koço’ya annem babamla, anneannemle birlikte gelirdim.
Müge İplikçi: Bu salonda mı otururdunuz?
Selim İleri: Onu hatırlamıyorum. Arkada bahçesi de vardı. Altı, yedi yaşından itibaren, yani 70 yıldır buraya gelip gidiyorum. Arada kısa bir dönem, az geldiğim oldu, ama son yıllarda yeniden, uzak bir yerden, Şişli’den gelmeme rağmen, buraya gelmekten mutluluk duyuyorum. Burada çalışan insanlarla birlikte olmaktan da mutluluk duyuyorum. İstanbul’un köklü kurumlarından birisi olduğunu söyleyebilirim; hiç değişmemiştir. İnsanlara muamelesi, gelenlerin tabakası, davranışları… Hepsinde bir ölçü vardır. O da iyi bir şeydir. Kentli bir şeydir.
Müge İplikçi: Zamanı geri almanın önemine değiniyorsun kitabında. Zamanı geri alabilsek, Selim İleri’nin hayatında ne olurdu, roman kahramanın hayatında ne olurdu? Yani kitaptaki Süha Rikkat’la, Selim İleri’yi düşünelim. Bir de şu an Koço’da karşımda duran sevgili yazarımız Selim İleri’yi düşünelim.
Selim İleri: Süha Rikkat’in ne olduğunu bilemem ama benimkinde çok pişmanlıklar, hatalar var. En büyük hissim, onları yapmamış olmaktı.
Müge İplikçi: Mesela ne?
Selim İleri: Çok var Müge. Ama sonu iyi bitmiş olanlardan birini söyleyeyim. Vaktiyle Politika gazetesinde Ortalık diye bir sütunum vardı, sonra ona Dünya gazetesinde devam etmiştim. O sütunda, bana hiç yakışmayan benim karakterimle, kişiliğimle, ruh dünyamla en küçük bir ilintisi olmayan, biraz da maddi sıkıntılar yaşadığım bir dönemde, dedikodu yazıları yazdım. Bugün paparazzi tarzı tutumların başlangıcını ben yaptım yani. Bu çok kötü bir şeydi ve bunları yaparken çoğunu da uydurdum. Ya da her şeyi hastalıklı gören bir gözle bakıyordum. Öyle yapılması gerektiğini düşündüm.
Mesela bir tanesini hatırlıyorum. Hülya Koçyiğit’in kızının nikâh törenine ait bir yazıydı. İzzet Günay, Cüneyt Arkın, Ajda Pekkan katılmışlardı. Selim İleri adıyla onlar hakkında yazdığım tasvirleri düşününce bugün alnımdan boncuk boncuk ter döküyorum. Onlar önemsemediler. Ortalık sütunundaki yazılarımdan bir tanesinde Cüneyt (Arkın) için bir şey yazmıştım. Yıllarca darıldı bana Cüneyt. Haklıydı. Sonra, yine büyük bir incelikle aradı beni. Ama ya aramasaydı? Yitirilmiş bir şey olacaktı bu. Geriye dönebilseydim, yeniden yaşasaydım, buna benzer hataları yapmak istemezdim.
Kerime Nadir için de vaktiyle “Kerime Nadir Ticari Teminattır” diye bir yazı yazmıştım, sonra da unutmuşum o yazıyı. Daha sonra Kerime Nadir’in Romancının Dünyası ismiyle kaleme aldığı anıları çıktı. İnkılâp Kitabevi’nden kitabı alıp “Bir piyasa romancısının anıları ne olabilir ki?’’ diye okumaya başladım. Bir sayfa açtım, ‘’Selim İleri denen o genç, şaşkın çocuk…’’ diye benden bahsediyor. Bir başka sayfada “O acayip tişörtlü çocuk…’’ Hep benden bahsediyor. Niye bu kadar bahsediyor anlamadım. Kitabı okuyup bitirdim. Çok utandım, çünkü kadını hırsızlıkla suçlamıştım. Yazmadığı bir kitabı yazmış gibi göstermiştim. Çok üzüldüm.
Aradan yıllar geçti. Bin bir güçlükle Kerime Nadir’i buldum. Telefon ettim kendisine. Önce tanımadı beni, sonra hatırladı. “Niye telefon ediyorsunuz bana?’’ dedi. “Özür dilemek için’’ dedim. Önce bozuldu. Fakat çok narin bir kadındı, ağlamaya başladı. Böylece bir telefon dostluğu başladı aramızda ve o ölünceye kadar devam etti. Ama hiç yüz yüze görüşemedik. Çünkü amansız bir hastalığa yakalandı, görüşme imkânımız olmadı. Ama hep “iyileşeceğim, buluşacağız, görüşeceğiz’’ temennileriyle bitti.
Bunların yaşanması insan hayatında bir iz bırakıyor; acılı izler. Ama keşke olmasaydı. Allahtan Cüneyt’le barışarak bitti.
Müge İplikçi: Peki, “Dilekler ve Gerçekler’’ bölümüne bir bakalım. Bu, benim altını çizdiğim bir bölüm. Çocukluğum boyunca, yaz gecelerinde, ender gördüğüm ama belleğimde yaşattığım yıldız yağmurlarıydı. Birçok akan yıldız yeryüzüne yağdı. Çocukluğun inancıyla dilek tutardım. Hayat öyle olsun. Şimdi de Selim İleri’nin hayatındaki yıldız yağmurlarına, şahit olduklarına değinmek istiyorum. O yıldızlı gecelerde kimler size yol gösterdi Selim İleri? Hangi kitaplarınızın ilk cümlelerini kurdurttu? Hangi çiçeklerin rengi zihninizi çeldi? Sardunyalar mı, manolyalar mı, begonyalar mı? Hangisi? Başa dönmek gerekirse, o mutlu anılar… Acaba Türkan Şoray olabilir mi?
TÜRKAN ŞORAY TANIDIĞIM EN İYİ İNSAN
Selim İleri: Hayatımın en derin anlamlarından birisi Türkan Hanım’dır. Bambaşka bir insan. Türkiye’deki en büyük insanlardan birisi olduğuna inandığım birisidir. Bana öyle geliyor ki yeryüzüne sadece iyilik yapmak için, başkalarının acısına hitap edebilmek için gelmiş birisidir. Özdeşlik kurmayı bu kadar iyi bilen bir insandır Türkan Hanım. Onunla ilgili bir anımı anlatayım. Bunu da ilk defa sana anlatıyorum. Vaktiyle Halit Refiğ ona bir rol teklif etmişti. Rolün ne olduğunu anlatmayacağım, ama pek kolay oynanacak bir rol değildi. Halit Refiğ bana “Sen Türkan’a daha yakınsın, sen gidip söyle’’ dedi. Hâlbuki biz Türkan Hanım’la hâlâ ‘sizli-bizli’ konuşuyorduk ama demek ki yakın olduğumuzu düşünmüş. Ben Türkan Hanım’a gidip rolü anlattım. Türkan Hanım, “Ben mi oynayacağım bu rolü? Nereden çıktı bu? Halit Bey niye böyle bir şey düşünmüş?’’ dedi.
Aradan uzun bir zaman geçti. Benim bir romanımda, o rolü andıran bir karakter vardı. Bir gece vakti Türkan Hanım beni aradı ve dedi ki: “Selim Bey, her şeyi ne kadar yanlış anlamışım.’’ O kadar olgun bir insan. “Keşke yaşım elverse de o rolü bugün oynasam,’’ dedi. Bunu kaç kişi söyleyebilir?
Ben bu kitapta, öldürülen çocuklara dair bir şeyler yapmaya çalıştım. Yapabildim mi bilemiyorum. Ama çok gerekliydi bu. Ben yazdığım için değil. O küçücük çocuklar… Bu ülkede bu kadar gaddarlık nasıl oldu bilmiyorum.
Müge İplikçi: Yaşı büyütülerek asılan çocukların ülkesi burası.
Selim İleri: Ve bunu yapan o insanlar, mutlu bir şekilde öldüler. İleri yaşta, mutlu bir şekilde. Alây-ı vâlâ ile yaşadılar. Bana en amansız şey, bu geliyor. Uzaktan baktığında çok siyasi tavrı olan bir insan değilim. Ama içimin bir tarafı çok doluymuş meğer.
Müge İplikçi: Türkiye’ye ne demek istersin? Bir katarsis oluştu mu bu anlamda?
Selim İleri: Çok yol alındığına inanıyorum. Bilhassa, öbeklere ayrılmış sağ ve sol gençler arasında muazzam bir birliktelik oluşmaya başladı. Bunun çok önemli bir çıkış yolu olduğuna inanıyorum. Düşünceleri ayrı olabiliyor ama birbirleriyle bir ahbaplık, bir dostluk oluştu. Bunun çok büyük bir çıkış olduğuna inanıyorum.
Müge İplikçi: O zaman ben de burada noktalamak istiyorum; umutla bitirmek istiyorum çünkü. Selim İleri’ye her şey için teşekkür ediyorum.
Selim İleri: Ben de sana, lütfedip beni davet ettiğin için çok teşekkür ederim Mügeciğim.
Müge İplikçi: Var ol!
Selim İleri: Sen de.
Müge İplikçi: Evet bugün Marmara’nın kıyısında, Moda’da, Koço’da, Selim İleri’yi Yalnız Evler Soğuk Olur kitabıyla ağırladık. O bizim başımızın tacı. Zeytin Dalı’ndan hepinize sevgiler efendim. Hoşça kalın.
30 Mayıs 2024
Süre: 29,35
Programın tamamına medyascope‘un Youtube kanalından ulaşabilirsiniz.